Avrupa’da büyük bir müzik festivaline katılmak, en sevdiğimiz grupları art arda izleyebilmek ve binlerce insanla aynı anda zıplayarak şarkılar söylemek… Anlatılanları uzun uzun dinlediğimiz, hakkında Youtube’da yüzlerce video izlediğimiz ve içimizde bir geç-ergenlik dönemi hevesi olarak büyüttüğümüz bu hayali sonunda gerçekleştirdik!
29 Haziran - 2 Temmuz tarihleri arasında Belçika, Leuven’de Rock Werchter’deydik.
Yaşadığımız bu heyecanı sizinle paylaşmak, festival deneyimine dair mini bir rehber oluşturmak ve müzik piyasasına dair gözlemlerimizi/çıkarımlarımızı tartışmaya açmak istedik.
Festival hakkında
1975 yılından bu yana düzenlenen Rock Werchter, Belçika’nın en büyük müzik festivali ve Avrupa’nın en büyük müzik festivallerinden biri olarak da kabul ediliyor. “Rock & Blues Festival” ismiyle 1974 yılında hayata geçen organizasyon, 1980-1998 yılları arasında "Rock Torhout-Werchter" ismini alıyor. 1999’dan bugüne ise “Rock Werchter” ismiyle yoluna devam ediyor. Önce tek gün olarak düzenlenen festival, müzik piyasasının dönüşümüne paralel bir seyir izleyerek büyüyor; 1993 yılından itibaren iki, 1999 yılından itibaren üç ve 2003’ten bu yana ise dört günlük bir etkinlik hâlini alıyor.
Festivalin kendi organizasyon yapısı ve fiziki sınırları da elbette bu süreçte dönüşüyor. Örneğin ana sahne, ikinci bir alternatif sahne ile –Pyramid Marquee– desteklenirken; bugün, ana sahneye eşlik eden üç büyük alternatif sahne daha var: The Barn, Klub C (Pyramid Marquee’nin 2013’te aldığı isim) ve The Slope.
Line-up: Festival tarihine dönüp baktığımızda, dünya müzik tarihinde iz bırakan neredeyse tüm grupları görmek mümkün. Bilinirliği yüksek grupların/sanatçıların yanında Belçika’nın yerel isimlerinin de dengeli bir biçimde line-up’ta yer almasına özen gösteriliyor.
Hangi grupları izledik? Bu yıl festivalde Red Hot Chili Peppers, Muse, Arctic Monkeys, Queens of the Stone Age, Liam Gallagher, The Black Keys, Kasabian, Editors ve Iggy Pop başta olmak üzere onlarca grubu canlı dinleme şansını yakaladık.
Festival deneyimimiz, mini rehber
Festival, headliner’larının bir kısmı Ekim 2022’de açıklanmaya başlandı ve biletler de ay sonunda satışa çıktı. Festivale gitme kararı verip kombine biletlerimizi aldığımızda takvim, Ocak 2023’ü gösteriyordu. Festival sonrasında, “Keşke şunları önceden bilseydik de hem organizasyonel hem de maddi anlamda daha iyi bir planlama yapsaydık.” ya da “İyi ki bunları önceden düşünmüşüz.” dediğimiz başlıkları derleyerek (iki kişilik bir ekibi gözeten) mini bir rehber oluşturmaya çalıştık bu başlıkta.
Erken organizasyon: Olabildiğince erken vakitte hareket etmenin hem maddi hem de manevi açıdan çok faydasını gördüğümüzü söylemeliyiz. Nisan ayından itibaren tükenen farklı bilet türlerinin (kombine, tek günlük ve konaklama) haberleri gelmeye başlamıştı. Bu ihtimale karşılık, biletlerin tükenmesi riskini erkenden elemenin ve vize işlemlerini olabildiğince erken tamamlamanın getirdiği basit ama güzel bir huzuru olduğunu söylemeliyiz. Ayrıca, erkenden plan yapmanın bir diğer faydası da hem daha düşük kurdan işlem yapmak hem de festival alanında alışveriş yapabilmemiz için gereken coin’leri daha avantajlı fiyatlardan satın almak oldu.
Festival alanına ulaşım: Werchter’e Brüksel üzerinden ulaştık. Festivalin web sitesinde sunulan link ile (festival biletleri üzerindeki kodlarımızı kullanarak) ücretsiz Brüksel-Leuven gidiş-dönüş biletlerimizi oluşturduk. 20-25 dakikada Leuven’e vardık. İstasyonda Rock Werchter shuttle’larına yönlendiren tabelaları takip ettik ve onlarca festivalci ile yine ücretsiz otobüslerle festivalin gerçekleştiği alana ulaştık.
Konaklama: Altı farklı konaklama seçeneği var. The Hive, kendi çadırınızı götürebildiğiniz ve rastlantısal bir biçimde yerleştiğiniz alanı ifade ediyor. Onun hemen yanında ise kişisel alanların önceden belirli olduğu The Hive My Space var. The Hive My Space’te, söz konusu kişisel alanların büyüklüğüne göre farklı paketler tanımlı. Biz, “Tent 2” paketi dâhilinde konakladık. Alana gittiğimizde, iki havalı yatağa sahip ve önceden kurulmuş çadırımıza rahatça yerleştik. Bu iki konaklama merkezine Central Park (kamp alanı) adındaki büyük bir avludan giriş yapılıyor. Yeme-içme alanlarının yanı sıra geceleri büyük partilerin düzenlendiği büyük bir sahne yer alıyor burada. Central Park’ın (The Hive ve The Hive My Space’in) karşısında ise The Hive Resort bulunuyor. Yine kendi içinde farklı paketleri bulunmakla birlikte burada, adı üstünde, çok daha konforlu bir yaşam alanı sunuluyor.
Bu üç konaklama alanı, festivalin gerçekleştiği Festival Park’a (festival alanı) yürüyerek yaklaşık 10-15 dakikalık uzaklıkta. Güne başlayıp festival alanına heyecanla koşarken kısa, fakat günün yorgunluğu ile çadıra dönerken oldukça uzun ve güneş kreminizi unutup Festival Park’a git-gel yaptığınızda ise ızdıraba dönüşebilecek bir mesafe (Harita için tıklayınız). Daha yakın konaklama seçeneği olarak ise Camping Regular göze çarpıyor. Bu seçenekte sunulan paketlerden (A1, C3 ve C7) A1, Festival Park’ın hemen karşısında yer alıyor. Onun yanında ise engelli festivalciler için The Hive ADL yer var. Eğer festivale karavanınızla katılacaksanız, Rock Werchter Mobilhome’da yerinizi almanız gerekiyor. Bu alan ise Festival Park’a en uzak mesafede yer alıyor.
Duş, WC: Konakladığımız The Hive My Space’te hergün 08:30 - 24:00 arasında duş alma imkânı bulunuyordu. Geniş bir soyunma odası düzeninde, temiz ve sıcak suyu bulunan mini bir tesis… Numara alıp sıra bekleyerek giriş yapılıyor. Saat 09:00 sonrasında bekleme süreniz giderek artıyor. Ne kadar erken giderseniz güne başlama sürenizi o kadar erkene çekebilirsiniz. Ayrıca, yine kamp alanında 7/24 açık, diş fırçalamak ve el-yüz yıkamak için kullanabileceğiniz büyük bir lavabo alanı var. Öte yandan, gerek kamp alanında gerekse festival alanında kısa mesafelerle yeterli sayıda ve beklentilerimizin çok üstünde temiz tuvaletlere ulaşmanız mümkün. Kabinler gün boyunca temizleniyor ve her kabinde tuvalet kağıdı bulunuyor.
Wifi ve telefon şarjı: Hem kamp hem de festival alanında ücretsiz wifi bulunuyor. Fakat kamp alanında, mesafeye bağlı olarak (Örneğin, çadırınız uzaktaysa) wifi’a bağlanamama ihtimaliniz var. Ayrıca festival alanında da kalabalık yerlerde wifi’a bağlanmak mümkün değil. Biz sabah saatlerinde, gece çadıra döndüğümüzde ve festival alanının görece tenha bölgelerinde bağlanabildik internete. Telefon hattı satın alarak sınırsız bir şekilde internete ulaşmayı da tercih edebilirsiniz elbette. Kamp alanında telefonunuzu ya da diğer elektronik cihazlarınızı şarj edebileceğiniz kiralık locker’lar (günlük 8 euro, kombine 45 euro) var. Fakat bir alternatif olarak kamp ile festival alanı arasındaki yolda yer alan yeme içme yerlerindeki prizleri de kullanabilirsiniz. Bol sayıda priz var ve festivalciler burada yemek yerken ya da sadece dinlenirken bile telefonlarını ücretsiz olarak şarj edebiliyor.
Yeme-içme: Kamp ve festival alanında nakit para kullanılmıyor. Festivalin öncesinde ya da festival alanının belirli noktalarında coin’ler satın alıyorsunuz ve alışverişinizi de o coin’lerle yapıyorsunuz. Coin’ler festival bilekliklerinizdeki QR koda yükleniyor ve harcamalar da bu kod ile yapılıyor. 1 coin = 3,50 euro. Festival öncesinde 20’li, 40’lı, 60’lı ve 80’li olmak üzere farklı miktarda coin’ler paket hâlinde satışa sunuluyor. Coin’leri erken zamanda daha ucuza alabilirsiniz. Biz, Mart ayında, coin başına 3,25 euro ödeyerek 60 coin satın aldık. Hem kamp hem de festival alanında bundan fazlasına ihtiyaç duymadık. Festival ve kamp alanında genel olarak bira (1 coin), patates kızartması ile enfes mayonez (2,3 coin) ve hamburger (2 coin) tükettik. Kamp alanına kıyasla, festival alanında dünyanın çeşitli mutfaklarından birçok farklı yiyecek-içecek bulunuyor. Artan coin’lerinizi iade alabiliyorsunuz ama önden bol miktarda coin almak yeme-içme pratiklerinizi oldukça kısıtlayabilir. Çünkü nakit harcama yapabileceğiniz seçenekler de var. Kamp ve festival alanı arasındaki uzun yolda, lokal işletmecilerin kurduğu yeme içme alanlarında, (yaklaşık fiyatlarda) omlet, büyük sandviçler, meyve, yoğurt vb. alternatif yeme-içme seçeneklerine ulaşabilirsiniz. Örneğin, büyük bir sandviç alıp (8 euro) paylaşarak kahvaltınızı yapabilir ve aynı anda ücretsiz biçimde telefonunuzu şarj edebilirsiniz. Kahvaltıyı pas geçip öğle yemeğine geçiş yapacaksanız eğer ya da konserler sonrasında çadıra dönmeden önce, büyük tavuk kanatlarından (9 euro) oluşan iki kişilik bir menü ile karnınızı doyurabilirsiniz. Kamp alanına (The Hive ve The Hive My Space) marketten aldığınız yiyecek ve içecekleri sokabiliyorsunuz. Alana girerken fark ettik ki neredeyse tüm kampçılar koli koli bira, cips ve diğer kuru gıdaları taşıyor yanlarında. Elbette alkolleri soğutmak bir problem. Fakat kamp alanında 25’lik biraya 3,5 euro vermek yerine marketten 1 euro’ya çok daha fazla sayıda bira depolamak iyi ve pas geçilmemesi gereken bir seçenek olabilir. The Hive My Space’te getirdiğiniz gıdaları yıkamak ve ısıtmak için mini bir mutfak da bulunuyordu ayrıca.
Geri dönüşüm: Festival alanında alkollü içecekler plastik bardakta sunuluyor. Etrafa yayılan bu plastik bardaklar ve su-kola şişelerinden 15 tanesini geri dönüşüm noktalarına götürdüğünüzde (sadece içeceklerde kullanmak üzere) 1 coin kazanıyorsunuz. Bir konser sona erdiğinde, kalabalık dağılırken bu sayıya bardağı hızlıca toplamanız mümkün. Etrafta onlarca bardak toplayan festivalciler vardı. Hatta bardak topladığınızı görenler, atmak üzere oldukları bardakları doğrudan size veriyor. Biz de sıkça faydalandık bu fırsattan ve bol bol bira içtik. Elbette festival alanı da böylece dört gün boyunca çok temiz kaldı.
Ek tirick’ler: Uyku tulumlarımıza ve uzun kıyafetlerimize rağmen geceleri defalarca kez soğuktan uyandık. Kalın kıyafetleri unutmamakta fayda var. Ayrıca, yağmur yağdığında botlar büyük kurtarıcı. Yağmur beklentisi yüksek olan günlerde çadırı nizami bir biçimde kapatmak gerek. Başımıza herhangi kötü bir olay gelmedi ama çadır kilidi de kesinlikle unutulmamalı. Dört gün boyunca günde ortalama 25-30 bin adım attığınız, yer yer pogolara girdiğiniz ve bol bol zıpladığınız bir etkinlik Rock Werchter. Mümkün olan en rahat ve koruyucu ayakkabılarınızı tercih etmeniz de kesinlikle konforunuzu artıracaktır.
İzlenimler ve atmosfer
Organizasyon: Werchter’e giderken yıllarca videolardan izleyip imrendiğimiz görüntülerin peşinde koşacağımıza emindik. Pogo yapanlar, sevdiği grubu en önde izlemek için sahne önünde saatlerce bekleyenler, birbirini tanımadan dans edenler, gün batımına denk gelen o efsane konserler ve tam o sırada sevgilisinin omzunda mutlu mutlu salınanlar… Bunların hepsini yaşamanın keyfi bir yana, bizi etkileyen şeylerin başında; böylesine büyük festivallerin, esasında, müziği merkezine alıp onu aşan ve çok daha kapsamlı etkinlikler olduğunu görmek oldu. 7/24 müzik çalan ve her yaştan kişinin bir arada eğlendiği, organizasyonel anlamda en ufak bir aksaklığın yaşanmadığı, tüm noksanların hızlı ve şeffaf biçimde düzeltildiği, kasaba ölçeğinde bir şenlikten ibaretti yaşadığımız şey. Alana girişler, festival düzeni, sahne alacakların zaman çizelgesi gibi konularda en ufak bir pürüz yaşamamak; yeme-içme, tuvalet ya da sahne girişlerinde beklemeden ve kalabalık nedeniyle sıkışmadan istediklerimizi rahat biçimde yapabilmek festivale dair değinmek istediğimiz konuların başında geliyor. Neredeyse 50 yıla ulaşan bir geleneğin en büyük getirisi bu olsa gerek.
Müzik kültürü: İnanılmaz bir müzik kültürüyle karşılaştık Werchter'de. Sanatçı tarafından eğlendirilmeyi beklemeyen, sanatçıyı belli şarkılarını çalmaya zorlamayan; dinleyen, anlamaya çalışan ve her koşulda alkışını esirgemeyen harika bir dinleyici kitlesine dâhil olmanın ayrıcalığını hissettik. Dinleyicilerin müzik dinlemek için gösterdiği ekstra özene hayran kaldık. Tabii ki bunun karşısında teknik bakımdan kusursuz ve olabilecek en üst kapasitede bir sahne şovu var. Sanatçıların büyük bir serbestlik içinde hareket edişini (bundan dolayı duydukları rahatlığı), işine ve seyirciye duyduğu saygıyı her an hissedebiliyorsunuz. Çok güzeldi.
Beklenmedik büyülü anlar: Festivale giderken, bizim için en etkileyici anların Muse ya da Red Hot Chili Peppers gibi büyük grupların konserlerinde yaşanacağına emindik. Fakat tam aksini yaşadık. Alt sahnelerde ya da hiç ummadığımız gruplarda, bambaşka heyecanlara sürüklendik. Örneğin Reytons konserinde İngiliz dinleyicilerin yarattığı atmosferde, bir anda grupla farklı bir bağ kurmaya başladık. Compact Disk Dummies ya da The Interrupters'ta sanatçıların yarattığı etkileşimin, en büyük grupların heyecanını kesinlikle geride bıraktığını söyleyebiliriz. Festivalin en güzel yanlarından biri de kesinlikle bu oldu.
İç geçirmeler: Türkiye'de bir Rock'n Coke da ya da Nilüfer Müzik Festivali'nde hem kamp hem de festival atmosferi bakımından deneyimlediklerimizin/standartların, burada yaşadıklarımızdan çok da farklı olmadığını düşündük. Elbette çok daha gelişkin bir ekonomi ve çok daha farklı bir kültürle kıyaslamak yanlış gibi gözükse de; geçmişte türlü sosyal ve ekonomik baskılara maruz kalmadığımız bir senaryoda, Türkiye'de de benzer festivallerin yaşanabileceğini hissettik. Benzer şekilde, kendi gruplarımızın, bu büyük sahnelerde çok etkileyici işler çıkarabileceğine ve diğer gruplardan ayrışabileceğine emin olduk. 20 bin kişilik ve bizim de en sevdiğimiz sahne olan The Barn'a her girişimizde, orada Büyük Ev Ablukada'yı izlediğimiz sahneleri gözümüzde canlanmak hiç de zor olmadı.
Çocuksu hayaller, yüzleşmeler ve sahne önü: Herkesin sahneden sahneye koştuğu ve etrafta sadece müzik üzerine konuşulan bir ortam tahayyül ediyorduk. Bu, belki de senelerce bu denli büyük festivallere uzak kalmaktan ya da sadece çocuksu heveslerimizden kaynaklanıyor. Fakat, böyle bir festivalin oranın insanlarının büyük bir kısmı için keyifli bir hafta sonu etkinliğinden ibaret olduğunu görmenin getirdiği bir hayal kırıklığı da yaşadık. Hayatımızın en önemli etkinliğine gidiyor gibi hazırlanırken; sahneye en uzak noktada saatlerce uzananları biraz garipsedik. Sahne önünde herkesin sevdiğimiz grupların şarkılarına eşlik etmesi konusunda karşılık bulamamıza biraz kırıldık. Sonunda, buna dair beklentilerimizi kontrol etmeyi öğrendik ama. Deneyim kazanmış ve öğrenmiş olduk. Herkes aynı heyecanı paylaşmak ve festivali aynı biçimde yaşamak zorunda değil.
Bu arada, gitmeden önce sevdiğimiz grupları ön sıralardan izlemek zor olur mu diye baya düşünmüştük. Tahminimizden çok daha rahat ve güzel işleyen bir sistem var: Sahnenin önünde çevrili iki alan (biri sahnenin en önü ve görece daha dar bir alan, diğeri de ses kulesine çok yakın bir noktada sonlanan ve çok daha geniş ikinci alan) bulunuyor. Bu iki alana sahnenin sol ve sağ yanlarındaki kapılardan giriş yapılıyor. Kapılar, kapasite dolana kadar açık. Günün son konserlerine kadar buralara giriş çıkış çok rahat. Örneğin dördüncü gün son iki grup Queens of The Stone Age ve Arctic Monkeys'ti. Queens of The Stone Age'den önceki konserin sonuna doğru, sahne önü girişlerine doğru gidip beklemeye başladık. O konser bittiğinde, önce çıkış kapıları açılıyor ve sahne önünden ayrılmak isteyenler alanı terk ediyor. Trafik sonlanıp alan boşalınca da giriş kapıları açılıyor. Bu şekilde çok rahat bir biçimde sahne önünde yer almış olduk ve çok yakın ve coşkulu bir yerden izleme fırsatını yakaladık. Fakat bu döngü, headliner'a yaklaştıkça küçülüyor elbette. Şöyle ki; son konsere doğru, konser geçişlerinde sahne önünden ayrılanların sayısı azalıyor. Mesela Arctic Monkeys fanları yaklaşık üç konser öncesinden bu alana giriş yapıyor. Her bir grubun sahneden inişiyle oluşan döngüde daha da ileriye geçiyor ve sonunda sahne önü demirlerine kadar ilerleyebiliyor. Eğer bir grubu illa ki en önden izleyecekseniz diğer sahnelerdeki konserlerden feragat edip çok daha uzun süreler su içmeden ve tuvalete gitmeden beklemeniz gerekiyor. Festivalin ikinci gününde Kasabian - The Black Keys - Liam Gallagher ve Red Hot Chili Peppers kombosunu en önden izlemek için demirlerin önünde 10 saat kamp kurduk mesela.
Son olarak
Ölmeden yapılacaklar listemizin en büyük maddelerden birinin üstünü çizdik. Fakat bu çizik ile birçok diğer festival için içimizde daha büyük bir heyecan oluştuğunu da hissettik. Sabaha karşı seslere uyanıyorsunuz ve etrafta eğlenenlerin hepbir ağızdan “Oasis - Don’t Look Back in Anger” söylediğini anlıyorsunuz. Çadıra dönerken bir köşede omuz omuza “Foo Fighters - Best of You” söylerken bir grup insanın neşesine kapılıyorsunuz. En mutlu ve şımarık hâlinizle zıplarken, hiç tanımadığınız insanlarla pogo yaparken buluyorsunuz kendinizi. Bu tekrar, tekrar ve tekrar yaşamak istemekten hiç sıkılmayacağımız, doyumsuz bir hisse dönüştü artık.
Festivale gidişimizin üstünden bir ay geçti. Bu sürede youtube’da festival videolarını izlemeye devam ediyoruz. Orada olduğumuzu hatırladıkça mutlu oluyoruz. Sadece Werchter değil, diğer festivallere de dair araştırmalar yapıp videolar izliyoruz. Daha fazla sayıda ve birbirinden farklı festivalleri gezmek ihtimalleri üzerine konuşuyoruz. Umarız ki; bu, hazırladığımız ilk festival rehberi olacak. Sizi ve bizi daha fazlası için motive edecek. Bu yazıyı okuyan ve festival planı yapan herkesin sorularını cevaplamaya hazırız. Daha ayrıntılı bilgi için, hi@nothenews.com mail adresinden bize ulaşabilirsiniz! Görüşmek üzere…
Comments