“Yaşananlardan sonra süpermarketin hâlâ değişmemiş olması şaşırtıcı. Hatta süpermarket olduğundan daha iyi hâlde. Her şey güzel ve süpermarket, bir yanlış yapmadığın sürece öyle olmaya devam edecek.”
Hastalıklarla boğuştuğumuz, tehlike imgelerinin etrafımızı sardığı düzende, ölüm korkusunu sıradanlaştırmak adına tüketim kültürü tarafından dayatılan “gerçeklere” bağımlı hâldeyiz. Ancak ne olursa olsun insanlık için ölüm korkusu kaçınılmaz. Yüzleştiğimizde ise birçok sorunun cevapsız kaldığına, “gerçeklerin” ise ne kadar sıradanlaştığına şahit oluyoruz.
“Süpermarket bir bekleme alanı. Bizi ruhsal olarak tekrar hazırlıyor, bir geçit gibi. Şu parlaklığa bak. Ne kadar ruhsal veri, dalga ve radyasyonla dolu olduğuna bak. Tüm harfler ve sayılar burada. Varolan renklerin hepsi, varolan tüm sesler ve melodiler, tüm şifreli kelimeler, terimler ve cümleler... Sadece nasıl çözeceğimizi bilmeliyiz.”
Bu bekleme alanında inanıyor gibi göründüğümüz şeyler, inandığımız şeylerden daha mı değerli? Bu yüzden yüzleşmenin kaçınılmaz olduğu ölüm korkusu, bir o kadar da ilgi çekici. Felaket haberlerini Gladney ailesi gibi kayıtsız bir şekilde izlemekten kendimizi alıkoyamamamızın sebebi de bu olsa gerek.
White Noise, birçok author sineması ve türleri arasında dolaşırken tüketim çılgınlığına karşı karanlık bir anlatı kuruyor. Don Delillo’nun 1985’te yayınlanan romanı günümüz modern insanın endişelerini yansıtmakta hâlâ başarılıysa, filmin arkasındaki metnin ne kadar değerli olduğunu söylememize gerek yok sanırım.
Noah Baumbach’ın yönettiği White Noise, Filmekimi’nde kaçıranlar için şimdi Netflix’de. Tavsiye olunur.
✍🏼: @gultekinogz
📸: netflix
Comments