top of page

Stars Like Dust ile gürültülü bir Ankara turu, dingin bir müzik sohbeti

Stars Like Dust, müziğin ruhani ve gizemli tarafına dokunurken hayal gücüne, özellikle Asimov'un hikâye anlatıcılığına, atıfta bulunan ve gitar ile synthesizer müziğini bir araya getiren bir solo proje. İsmini Isaac Asimov’un aynı isimli romanından alıyor. Stars Like dust filmler, resimler, insanlar, mekânlar ve hatta galaksiler arasında dolaşan bir zaman yolculuğu kapsülü. Duygulara dokunan ve bugünün rezaletlerine/vasatlığına karşı alternatif bir dünya hikâyesi. Tek tipleşmenin çok güçlü olduğu fakat ona karşı durabilmenin de aynı zamanda kolay olduğu müzikte, gücünü duyguları tetikleyebilmekten alan bir karşı duruş.

2018 yılında yayınlanan ilk albüm Voyager 01’de bilim kurgu ve korku filmlerinin soundtrack'lerinden esinleniliyor. Düzenleme, kayıt, miks ve mastering'e kadar her adım Stars Like Dust'a ait. Onu, 2021 tarihli ikinci albüm, Home takip ediyor. Vokoderli vokallere ayarsız synthler ve teyp ekoya batırılmış gitarlar eşlik ediyor. Sonrasında ise bağımsız tekliler var. Haziran 2022’de The Night ve tam bir yıl sonra da Trust yayınlanıyor. Eylül 2023’te gelen Planetary ise halkanın son parçası.

Stars Like Dust, çok daha uzun zamandır Dengesiz Herifler, Dasti ve Kaptan Anadol’dan takip ettiğimiz Mustafa Yüksel’in projesi. Kendisiyle geçtiğimiz haftalarda buluştuk. Yüksel’in Stars Like Dust’a varan farklı janralar arası yolculuğunun uğrak noktalarını keşfe çıkan bir röportaj gerçekleştirmeyi amaçladık. Kendimizi 2000’li yıllarda Ankara’nın müzik stüdyoları arasında dolaşırken, Maltepe Pazarı’nda ve Yüksel’de yeni gelen kasetleri, fanzinleri karıştırırken bulduk. 90’lı ve 2000’li yıllarda Ankara’daki rock ve punk kültürüne dair birçok şey öğrendik.

Bu hem bir röportaj hem de gürültülü bir Ankara turu!


Stars Like Dust, her ne kadar bir solo proje olarak yola çıksa da zaman içinde dönüşüyor. Son üç canlı performansta Mustafa Yüksel’e Ekin Özek (Saksafon) ve Kerem Sivel (Davul) eşlik ediyor. 📸: Can Koçak/ODTÜ MT 9. Alternatif Müzik Günleri


İlk müzikal referanslar: “Death’in The Sound of Perserverence albümünü aldım. Sonrası yokuş aşağı zaten…”

ntn: Stars Like Dust’a (SLD) dair cevabını merak ettiğimiz birçok soru var. Fakat ilk müzikal referanslarınızı ve enstrüman çalmaya başladığınız dönemle başlamak istiyoruz. Bizim ekipte büyük kardeşlerin/kuzenlerin dinlettiği kasetlerin, okuttuğu dergilerin etkisi çok büyük. Sizde durum nasıl?

SLD: Aslında benim de yine bir uzak kuzen muhabbeti var. Biz Artvinliyiz ve sık sık yazları köye gidiyorduk. İlkokul yaşlarımda Artvin’den dönerken otobüste walkman’ime takıp 10 saat falan Mustafa Sandal dinliyordum. Artvin’e de Türkiye'nin her tarafından insanlar geliyor. İstanbul'da oturan akrabalarımızdan, o dönem rock seven bir uzak kuzenim var. Rock müzik ile ilgili ilk bilgim o kuzenden geliyor.

ntn: Hangi yıllar?

SLD: Sene 1992-93. Müzik diye bir şeyi kavramsal olarak anladığım zaman onunla tanıştım. Hayal meyal hatırlıyorum “Müzik hep aşk meşk değil, başka şeyler de anlatıyor. Bak rock müzik var.” argümanıyla bana başka şeyler de dinletti. Hatırlamıyorum ya Nirvana ya da Guns’n Roses gibi bir şey dinledim muhtemelen. Aklımın bir kenarında “rock müzik diye bir şey de var” fikri kaldı ama.. Sonra Ankara’ya dönünce televizyonda neye denk gelirsem artık. O sırada da Kargo çok dönüyordu televizyonda mesela. Kargo’nun Yarına Ne Kaldı albümü… Onu aldım ve o bir kırılma oldu.

Bütün gün onu dinliyordum. Anadolu Lisesi’ne gidiyorum, İngilizce öğreniyorum, Batı kültürüne dair bir heyecan - özenme de var. HBB diye bir kanal vardı. 1996-97 gibi her sabah, okula gitmeden önce izlenebilecek bir saatte “5’te 5” tipi bir yayın oluyordu. Orada klipler dönüyordu. Dönemin MTV klipleri gibi düşünün. Orada Aerosmith-Pink izledim. Natalie Imbruglia - Torn izledim. Tek tek hatırlıyorum bak. Bon Jovi - Midnight In Chelsea, Bryan Adams - 18 Till I Die… Ondan sonra aklım çıktı zaten, böyle bir şey varmış diye. Koşa koşa gidip Aerosmith kasedi aldım. Nine Lives... 

Fakat ondan sonra saçma ve hızlı bir kırılma daha oldu. Şebek Heavy Metal Fanzin var. 90’ların başında başlayıp sonuna kadar devam etti. En eski formatı fanzin gibi ama sonra dergileştiler. Onun bir iki sayısını alıp extreme metal’e hızlı bir geçiş yaptım. Death’in The Sound of Perserverence albümünü aldım oradaki önerilerden yola çıkıp. Sonrası yokuş aşağı zaten. Onunla birlikte koptu. Fakat bunun da bana şöyle bir zararı - etkisi oldu: Hiç classic rock fazı yaşamadım. Biraz pop rock dinler gibi oldum. Aerosmith falan derken bir anda black metal, death metal dinlemeye başladım. Full metalciydim ortaokul ve lisede. Çekme kaset alıp satıyordum. Kendimce bir label oluşturmuştum. Orijinal kaset alıp - onlardan çektiğim kasetlerin yanına “Rotten Records” yazıp okulda satıyordum.

Sonra zamanın ruhuna da uygun biçimde punk rock, ska, third-wave of ska dönemi başladı. Doğa ile tanışmam ve Dengesiz Herifler öncesinde Özberk - Doğa - Emrah - Mustafa gibi bir ekiptik ve ismimizi ÖDEM (çok yaratıcı) koymuştuk. Bu dediğim de lise dönemi. 2001-2002 yılları. Ben 1999 - 2000 gibi lisedeki arkadaşlarımla ilk başladım asında. Metallica çalmaya çalışıyoruz okuldaki hobi odası gibi bir yerde. Bas gitar almıştım ama bas gitarın ne olduğunu da bilmiyorum öyle yamuk yumuk çalıyorum… Doğa da işte böyle arkadaşımın arkadaşının arkadaşı. Çankaya Lisesi’nde bir bebe var, punk seviyormuş, gitar çalıyormuş diye bahsediyorlar Doğa’dan. Bizim ilk davulcumuz Sarı Emrah var. O, İt Ömer diye bir çocuktan duymuş Doğa’yı. Böyle kulaktan kulağa yani... The Exploited çok dinliyordum o aralar, oradan bağlantı kuruluyor. Ankara’da gitar çalıp, müzik yapmak isteyen ve The Exploited dinleyen 3 kişi var zaten muhtemelen. İşte bir stüdyo ayarladılar, orada tanıştık Doğa ile. Ondan sonra da müzikle alakalı her şey Doğa ile beraber ilerledi.

Yüksel ve Karanfil’de kasetçiler... Zoo, Planet, Detay ve Feedback

ntn: O dönemde çekme kasetleri, dergileri vs. nereden alırdınız? Ankara’da nasıl bir ortam vardı?

SLD: Hayri Plak vardı metal - rock kasetleri için. Hayri’de kaset çektiriyorduk ama Yüksel’de ve Karanfil’de de sokakta kaset satıyordu insanlar o dönem. Arada bana göre kasetler de oluyordu ve Hayri’den daha ucuz oluyordu sokakta satılan kasetler. Her şey vardı ama gözüm özellikle metal kasetlerini arıyordu orada. Shades’den alanlar da vardı ama ben daha Tunalı’yı çok keşfetmemiştim ortaokul - lise dönemimde.

ntn: Alt kültürlere ait kasetler, çok daha kısıtlı biçimde, evlerde ya da arkadaşlar arası değiş tokuşlarla paylaşılıyor diye anlatılırdı hep bize. Seyyar satıcıları hiç bilmiyorduk.

SLD: Ben seyyardan çok kaset aldım. Zaten Maltepe Pazarı’nda da korsan kaset - CD satılıyordu. Numan Abi satıyordu. 90’lar sonu 2000 başı falandı. Sonra Numan Abi, Dost’un karşısındaki iş merkezini düşünün, onun alt katında galiba bir dükkan açtı. İlk böyle Manowar CD’lerimi falan Maltepe Pazarı’nda ondan almıştım. Hatta sadece Numan Abi değil, çok extreme müzik olmasa da Korn ve Nirvana kasetlerini de satan alakasız insanlar vardı.

Mesela Hayri Plak’tan da kasetten çok şarkı sözü almışımdır. Dışarıda böyle kartpostal falan satılan rafları düşünün. Onların içine A4 kağıtlarda şarkı sözü koyup satıyorlardı. Şarkı sözüne erişim zor, hatta imkânsız. Anadolu Lisesi öğrenciliği aşkıyla çıkarmaya çalışıyordum sözleri falan ama öyle extreme metal için falan hiç mümkün değil. Hatta ilk, Slayer - Raining Blood’ın sözlerini aldığımı hatırlıyorum. Bayağı ezberliyordum akşama kadar. 

ntn: Peki stüdyolar? Nerelere gidiyordunuz çalmaya?

SLD: İki, üç yere gidiyorduk. İlk kaydımızı Zoo’da aldık. Esat’ta Devrez var ya, onu geçince soldaydı. Erkan Abi ile Adnan Abi işletiyordu. Adnan Abi nerede ne yapıyor hiç bilmiyorum, eski metalciler biliyor - hatırlıyordur kesin. Erkan Abi’nin hâlâ bir stüdyosu var. İlk kaydımızı 2002’de falan Zoo’da aldık - Adam Ol! demosunu orada yaptık. Ama provalara hep Planet Müzik’e gidiyorduk. Yüksel’de Mimar Kemal İlköğretim Okulu’nun yanındaki, Mithatpaşa’ya doğru olan sokaktaydı. Şimdi böyle rapçi, metalci tshirt’leri satan bir yer var. Orası, prova stüdyosuydu. Lisedeyken kayıt, prova falan hepsini orada alıyorduk.

ntn: Sizin gibi başka hangi gruplar vardı etrafınızda?

SLD: Böyle sorunca tam hatırlayamadım. Fakat çok metalci vardı. Bütün o stüdyo kültürünü metalciler götürüyordu çünkü. Erkan Abi’lerin Zoo, daha çok metal - extreme müzik stüdyosuydu. Cidesphere’dan Self Torture’a metal - hardcore gruplarının iyi bir dönemiydi. Punk adına biz (Dengesiz Herifler) ve bizden önce de Zibidiler ile Sokak Köpekleri vardı. Cem’ler de (Sokak Köpekleri) muhtemelen Zoo’da falan takılıyordu ya da Bahçeli’de Tolga Abi’nin stüdyosu Feedback’e gidiyorlardı sanki. Bir de Detay vardı. Hâlâ var, Esat’ta Aspava’ların karşısında... Volkan Abi var orada da. 

Yani Zoo’da, Detay’da Esat tayfası, metalciler, Feedback’te de herhalde daha hard rock’çı, rock’çı tayfa vardı. Planet’te de bizim gibi punk, o sırada daha popüler olmadığı için, ne idüğü belirsiz çocuklar takılıyordu galiba.

2000’ler: Forumlar ve müzik piyasasının görünümü

SLD: Bahsetmemiz gereken bir kırılma daha var. Türk Punk Forum vardı. Artık yok. Keşke arşivlenmiş olsaydı oradaki muhabbetler. O dönemlerde bütün online tanışma - muhabbetler forum üstünden oluyordu. Doğa dışındaki tüm müzisyenleri Türk Punk Forum ya da Türk Rock Forum’dan (örnek bir forum sohbeti için tıklayınız) buldum.

Türk Punk Forum’dan özellikle bahsetmek istiyorum çünkü tarihte kaybolup gidecek gibi geliyor. İşte bu 2000’lerin başında biz (Dengesiz Herifler), Klink, Ayılar, Ofisboyz, Cemiyette Pişiyorum, Düz Mantık… Aklıma gelmeyen de bir yığın grup var. Onlar ve tüm punk dinleyenler Türk Punk Forum’daydı. Mesela işte “Abi demolar çıktı, elimde 100 tane var. Bursa’da kim var?” diye yazıyorum. ”Ben varım. Bana 20 tane yolla.” Ona yolluyorum. Sonra aynı adam diyor ki “Abiler ben Ankara’ya geleceğim. Müsait olan var mı?” “Ben varım abi.” diyorum. Geliyor bizde kalıyor. İki gün takılıyoruz. O gidiyor ve giderken de yanında kaset, CD götürüyor. Elden ele müthiş bir kaset, CD ağı vardı. Aynı şekilde fanzin için de… Mail order, posta da oluyordu. Benim hâlâ orada tanıdığım insanlarla iletişimim var. Aktif bir distro kültürü de vardı. Attack to Society Distro vardı. Bizim ilk demo ATS2 (atsiki) Distro’dan çıkmıştı. Atilla diye biri vardı, ne yapıyordur acaba? Şimdi Instagram’dan nasıl paylaşıyorsak, o zaman da her şeyi Türk Rock ve Türk Punk Forum’dan paylaşıyorduk. Orada 1-2 kişiyle tanıştıysan ve ortamda daha aktifsen devamı kolay geliyordu.


Dönemin kaset ve CD’lerinden konu açılınca Stars Like Dust, arşivinden bir kayıt gösteriyor bize: Pişmemiş Sevenler Toplaması. 3-way split usulü çıkmış bir albüm ve içerisinde Testere Necmi and the Katılımcılar (Mustafa Yüksel), Ceni Gitar (Kilink ve Palmiyeler’den Mertcan) ve Bunu Sen İstedin (Not Made In China’dan Göksu) şarkıları var. Türk Punk Forum’dan da cheki de yaptığı görüşmeleri/geyikleri bir araya getirip toplamanın içine basıyor.


ntn: Bizim 2000’li yıllara dair algımız verimli, kalabalık ve altın bir çağ olduğu yönündeydi. Fakat geçtiğimiz günlerde yaptığımız bir tartışmada o dönemin de kendi içinde birçok zorluk içerdiğini, o zamandan bu yana çok az grubun hayatta kalabildiğini konuştuk. 

SLD: Oh ne iyi ortam demiyorduk ama işte festivaller vardı, önceki döneme göre çok fazla grup geliyordu yurtdışından ve bağımsız - alternatif konserleri yapma imkanımız yeni yeni artıyordu. H2000, Rock’n Coke veya One Love’da çok sevdiğin gruplar - müzisyenlerle aynı sahnelerde çalabiliyordun bir şekilde. Türkiye için işler yine çok iyi değildi, ekonomi de kültürel ortam da yine sorunluydu ama sanırım her şey iyiye gidiyor, ileride daha iyi olacak gibi algılıyorduk. Geleceğe dair yoğun bir umutsuzluk yoktu. Müzikle çok iyi yerlere varabileceğimizi ve ortamın buna elverişli olduğunu hissediyorduk. Dünyayla daha bağlantılı hissediyorduk veya işte enstrümanlara daha rahat ulaşabiliyorduk. 

ntn: Televizyona çıkıyordunuz mesela

SLD: Çıkıyorduk. O dönem televizyona çıkabilmek tabi daha acayip bir durumdu. MTV, Türkiye’ye gelmiş, Dream Tv çok cafcaflı. Bir yandan da bir sürü punk grubu ve kalabalıklaşan bir seyirci grubu oluştu. Neredeyse her ay bir yerlerde çalıyorduk. Para falan yine kazanmıyorduk ama işte o bahsettiğim her şey güzel olacak hissi vardı. Şu anda da aynı şekilde müzik yapıyoruz ve öyle büyük hayaller kurabileceğin bir gelecek var gibi hissettirmiyor. Bu dediğim her şey için geçerli ve sanki temel fark o. Yine kayıt yapmak, konser ayarlamak, birilerine ulaşmak zordu. Bizim Rock’n Coke’a çıkmamız Eren’in bir gün Facebook’tan Murat Abbas’a “Abi benim gruba bir baksana.” demesi gibi ilkel bir iletişimle gerçekleşiyor. Dinlemesi kolay şarkılar. Onun da “Ha bu iyiymiş gelin!” demesiyle oldu her şey. 

ntn: Belirli gruplar radyolarda ve televizyonda görünme fırsatı buluyor. Tutarsa oradan irili ufaklı festivallere ve sonra da en büyüklerine ulaşıyor gibi bir görüntü vardı bizim zihnimizde de o dönem. Bu yol haritasından geçen birçok grup ismi saymak mümkün. 

SLD: Nasıl çalıyor, seyircinin reaksiyonu nedir? Bunlar birinci faktördü, sosyal medya varlığındansa. Sonra kopup gidiyorsun ya da yer altına dönüyorsun. Mesela Rock’n Coke’ta bizden önce She Past Away çalıyordu. Bizden sonrası ise hep bilindik yabancı gruplardı. Mogwai vardı örneğin. Onlarla aynı sahneye çıkabiliyorduk.


Rock’n Coke, 2003-2013 yılları arasında dokuz kere düzenlendi. Rock’n Coke 2011 16-17 Temmuz’da Hezarfen Havaalanı’nda organize edildi. Limp Bizkit, Travis, Motörhead ve Moby o yılın headliner’larıydı. Bizim ilk Rock’n Coke deneyimimiz de bu festivale denk geliyor. Ankara’dan Dengesiz Herifler ve Deja-Vu’nun sahne alacağını biliyorduk fakat ikisini de ıskaladık. Stars Like Dust aynı anda Kurban’ın da Ana Sahne’de çaldığını hatırlattı. İlk festivalimizde ve yıllarca TV’den izlediğimiz Ana Sahne’nin büyüsüne kapılıp kim bilir daha kaç grubu izleme şansını kaçırmıştık… 


SLD: Ya da aynı anda daha bilindik gruplarla sahnede oluyorsun. “Kurban varken Dengesiz Herifler izledim. Çok daha iyilerdi.” gibi bir yorumlar okmuştuk o dönem. Bizde de böyle “Evet, ya biz hem kendimiz olup hem belki kayda değer bir şeyler de yapabiliriz.” diye düşünüyorduk. Ciddi ciddi 30 yaşına kadar neredeyse müzik dışındaki kariyerimi hiç ciddiye almadım, nasıl olsa müzikle yaşayacağım diye. 

Müzik için farkın en belirgin olduğu konu festivaller bence. H2000 ile başladım ben festivallere gitmeye. Ortam çok iyiydi bence ya da belki belleğim beni geçmişe dönük olarak yanıltıyor. Bir sonra gittiğim festival, öncekine göre hep bir tık daha bozuluyordu sanki. Kitle mi değişiyordu, bir şey değişiyordu… Son Rock’n Coke, bana ortam tercihi, düzen vs. açısından çok kuru ve sıkıcı gelmişti artık.

ntn: Yaş sınırı yüzünden kaçırdık o dönemleri. Özellikle Beyoğlu’na dair anlatılanları.

SLD: Bütün yabancılar, en azından müzisyenler… Herkes İstanbul’a geliyordu. Beyoğlu geyiği yapılıyor da öyle gerçekten. Oraya Ankara’dan gidince hani bazen başka bir ülkeye gitmiş gibi hissettiğin oluyordu. Şimdi ve uzun zamandır da öyle bir şey hissetmiyorum.

Şimdi neredeler? Ankara ve İstanbul konserleri…

ntn: Dengesiz Herifler döneminde Ankara’da nerelerde çalıyordunuz?

SLD: Biziz’de çalıyorduk sık sık. Benim yaşımdaki tüm Ankaralı müzisyenler Biziz’de çalmışlardır kesin. Sonra orası Dip Sahne oldu. Biziz’e binanın alt kısmından girip 3. kata çıkıyordun, Dip olunca girişi Tunalı üstüne geçti.



ntn: Sizin IF’teki konserlerinizi hatırlıyoruz.

SLD: IF’te de çalmaya başladık sonradan. En başında IF o kadar popüler bir yer değildi, 2005 yılından bir konser afişi var. TNK, Dengesiz Herifler ve bir de Since Yesterday galiba. O günü hatırlıyorum. “IF’te mi çalacağız?” diyorduk kendi kendimize. Herhalde kapanır diyorduk. O asıl cafcaflı zamanı sonrasında birden başladı. Biz de orada çok sık sahne aldık tabii sonradan.

ntn: İstanbul’da nerelerde çalıyordunuz?

SLD: Çok yer vardı ama isimlerini hatırlamıyorum. Düzgün bir arşivimiz olmadığı için de doküman yok elimde pek. Bir ara sık sık Hayal Kahvesi’nde çalıyorduk Beyoğlu’nda, çok güzel bir dönemdi. Sonra Bronx’ta, Ghetto’da çaldık. Ghetto kocaman bir yerdi. Ömrü kısa sürdü ama çok havalıydı.


Ghetto’da Dengesiz Herifler’in katıldığı bir etkinlik var: International Ska Circus. Dengesiz Herifler, dünyayı kapsayan bu müzik festivalinin İstanbul organizasyonunda The Toasters ve Deal’s Gone Bad ile birlikte çalmıştı. Stars Like Dust, hem afişler hem de şarkılar için ne kadar kötü arşivci olduklarından bahsediyor. Bu konserin afişi elde kalanlardan. Öte yandan, Dengesiz Herifler’in 2020 yılında yayınladığı Laayığın Budur’da da grubu MySpace zamanlarından keşfedenler için hazine değerinde kayıtlar var.


SLD: Batu var Düz Mantık’ta. İzmirli çok iyi bir grup, öneririm. Mesela o “Senin çok eski, 35 saniyelik bir şarkın vardı, melodisi şöyle… Testere Necmi (Testere Necmi and The Katılımcılar) zamanlarından. 10 senedir falan arada kafamda çalıyor.” diyor. Aklında kalmış, bana soruyor ama ben böyle bir şey hatırlamıyorum. O aralar evde sürekli bilgisayar mikrofonu ile kayıt yapıp bir yerlere yüklüyor, MSN’den falan arkadaşlarıma gönderiyordum. Spotify’daki gibi ben bunları düzenli bir şekilde buraya koyayım, diye bir şey yoktu. 3-4 tane şarkı kaydediyorum evde. O gün gözüme güzel gelen müzik yükleme sitesi neresiyse oraya yüklüyorum. Birilerine atıyorum ve sonra tamamen unutuluyor bu yükleme. Silmişim bilgisayarımdan. Sonra Google’da aratıp eşeleyip buluyorum, Batu’nun dediği şarkıyı da “Kontratak” ismiyle buldum ve sonrasında toparlayıp Spotify'a yükledim.. Ne yazık ki arşiv - kayıt altına alma konusunda felaketiz. Birçok şarkı da kayıp hâlâ. Arkadaşlarıma attığım, çok beğendikleri ama ne olduğunu bulamadığım şarkılar var aklımda. Tarık’a (Palmiyeler’deki Tarık Töre Elgay) bir şeyler atmıştım ya bu çok iyi olmuş dediği bir şarkı var, yıllardır varlığı aklımda ama şarkının kendisi yok 🙂

2010’lar: Dasti ve Kaptan Anadol

ntn: 2010’lara doğru gelirsek, Dengesiz Herifler sonrasında Dasti ve Kaptan Anadol çıkıyor karşımıza. Hikâyeleri nedir?

SLD: Bizim Disko Disko diye bir grubumuz vardı. Onlarla 2004 gibi sanırım Manhattan’da çalıyorduk cuma günleri. Jenerik bir cover grubu değil de böyle apır sapır, garip şarkılar çalıyorduk. Listenin büyük bir kısmı da Manu Chao ve reggae.. Arada böyle Latin havaları da var 6-7 kişilik garip bir grup. At Kerem var Zibidiler’in davulcusu. Cemiyette Pişiyorum’un da ilk iki EP’sinde o davul çalıyordu. Aslında biz Aykan’la (Zibidiler’de ve şimdi de Dasti’de vokalist) ve Eren ile (Dengesiz Herifler’in davulcusu) Disko Disko’dan tanışıyoruz.

Sonra bir şekilde grup dağıldı, herkes bir yerlere gitti. 1-2 yıl geçince Aykan’la “Şarkılar iyiydi, çalması çok zevkliydi buna devam edelim” dedik. Keyfimize göre bir yerlerde çalarız diye düşündük. Onur Işıklı’nın da Kingus Blues Band diye bir grupları vardı. ODTÜ’de şenlikteyken soundcheck’te galiba Razorlight - Golden Touch gitarını çalıyordu. Aha kimmiş abi bu falan diye sorup sonra Türk Rock Forum’dan onu bulup, Dengesiz Herifler’den de Eren Alkan’ı çağırıp Dasti’yi kurduk. Aykan’ın Zibidiler’den kalan şarkıları var yayınlanmayan. Bunları da yapalım deyip başladık Dasti’ye. Dasti biraz düzensiz. 2-3 yıl devam ediyoruz sonra duruyoruz…

ntn: Bu bir araya gelme ne zaman oldu?

SLD: 2007 falan. Bu aralar yine çalıyoruz, yeni şarkılar var, onları kaydedeceğiz. Artık bir albümü olsun istiyorum aslında. Bazı eski şarkılar, biraz yeni şarkıları birleştirip derli toplu bir albüm kaydetmek istiyoruz Dasti ile.

ntn: Kaptan Anadol?

SLD: Dasti devam ediyordu. Hayvanlar Gibi var ya, İki Dilim Suç falan… Onlar işte Dengesiz Herifler Şarkıları. Onları da çalmak istiyordum. Dengesiz Herifler bitti. O gazımı atamıyorum. Öyle olunca da “Kaptan Anadol!”u kurduk. Aslında onun da bir hikâyesi var:

Murat (Eskişehirli grup Kırık Çizgi’nin davulcusu) ile Türk Punk Forum’da tanışıyoruz. Ankara’ya geldi sonra. O aralar surf müziğe hevesli olduğumuz bir dönemdi. İkimiz de seviyoruz.. 2004-2005 falan. Biz Murat ile o gün 2-3 gün stüdyoya girelim dedik. Şarkı uyduralım surf rock. Sırf etkinlik olsun diye. Yolda yürürken arkadaşımız Saygın ile karşılaştık. “Ne yapıyorsunuz?” “Hiç işte şarkı kaydedeceğiz stüdyoda.” “İyi, ben de geleyim mi? Bas çalarım.” Biz öyle stüdyoya girip 2-3 tane şarkı kaydettik. “Beni Yediler” diye bir şarkı kaydettik. bir de The Guns of Brixton cover’ladık. Sonra o kayıtlar öyle durdu. 2010’da falan Kaptan Anadol diye bir isim vardı, bir şeyler yayınlamıştım. Ben bunu devam ettireyim dedim ve öyle başladı aslında. Özünde çok eski yani Kaptan Anadol. 

Sonra 2015’te Roxy’ye katıldık Kaptan Anadol’la. Şarkılar çıkmamıştı bile galiba, para ödülü de vardı. Orada Böyle bir şeyler olunca heveslendik. Hayvanlar Gibi’nin klibini oradan kazandığımız parayla çektik mesela.


Söz müzik yarışmalarından açılmışken, 2006 yılına gidiyoruz. Dengesiz Herifler, Her Gün İçeceğim ile Nokia SuperSound finalinde. Yarışmada halk oylaması yapılıyor ve 720 grup arasında son 10’a kalıyorlar. Davulcuları Eren de gruba bu yarışma vesilesiyle katılıyor. Birinci 1968 model bir Ford Mustang kazanıyor. Müzik sektörünün o zamanki durumunu bugünle kıyaslamak için iyi bir gösterge. Ankara’dan Ruj kazanıyor bu arada yarışmayı. Şimdi bakınca çok kötü çalmışız, diyor Stars Like Dust. Fakat festivallerin ortamı süper. Kariyerinin henüz başındaki müzisyenler için Kanat Atkaya, Harun Tekin, Koray Candemir gibi isimlere ulaşabilecekleri alanlar açıyor bu festivaller. 🎥: youtube/punkerland

Stars Like Dust: Farklı bir müzikal deneyim. Neden? Nasıl?

ntn: Buraya kadar konuştuklarımızın yanında, Stars Like Dust çok daha farklı bir müzikal deneyim sunuyor sanki. Punk rock’tan gitar ve synthesizer müziğine geçiş söz konusu. Bunu bir kopuş ya da süreklilik olarak tanımlamak mümkün mü?

SLD: Aslında yine daha eskisi var. Yılını hatırlamıyorum ama önce Onur Işıklı ile, bir ara da Güneş Kortel ve Barış Çakmakçı (Paz) ile bir şeyler denemiştik aslında. Orada ben böyle elektronik müzik yapabilir miyim diye deniyordum hep. Müzik zevki sürekli değişmezse, yeni bir şeyler dinlemezsen zamanda ölen bir şey bence. Bir arada işte çok fazla Justice, Moderat, MGMT, Foster The People falan dinliyordum. Öncesinde zaten new-wave gruplarını severdim baya, orada da elektronik öğeler olabiliyor..

Bu dönemi 2010’lar ve sonrası olarak düşünebiliriz. 2011-2012 gibi hatta, Dasti’nin yayınlanmayan bir grup şarkısı var. Onlar da elektronik altyapı aslında. Tam adını koyamıyorum ama böyle elektronik davullar, elektronik baslar kullandık. Daha tuşlu, parlak, modern, reggae gibi bir şey denedik ama sonra çok hoşumuza gitmedi. Orada bir synthesizer (Novation Bass Station II) aldım. Oynadım falan sonra onu sattım hatta kullanamıyorum diye. Hiçbir şey bilmeden, bakmadan kurcalamamak da lazım. Bas gitarda da aynısı olmuştu, azıcık okumak araştırmak da lazım yani. 

Sonra işte Rio diye bir şey yaptık Onur Işıklı ile. İkimiz elektronik altyapı gitarla ne yapabiliriz gibi bir hevesle. Sonra Güneş Kortel ve Barış Çakmakçı’nın katıldığı küçük bir gruba dönüştü. Bir videosu da var. 6-7 tane şarkı yapmışız. Çalıyoruz ama hiçbirimiz anlamamışız o tarz müzikle çok alakamız olmadığı için.


SLD: “İşin örtülü kısmını çok seviyorum. Eskiden de seviyordum. Doğa’yla ilk şarkılarımızı evde kaydettik. Bir şey indirip davul nasıl yazılır, bu nasıl kaydedilir… Direkt mikser’i hesaplayıp kaydediyordum. Ses kartı almam gerektiğinin farkında değilim. Hiçbir işime yaramayan bir bilgisayar almışım. Her kayıtta latency oluyor. Record tuşuna her bastığımızda kanal kayıyor, öyle düşünün. Elimizle düzeltiyoruz. Korkunç bir iş. O arada ustalaştım bence. 50 kere falan kaydediyoruz. Oradan da bir nerd’lüğüm vardı.” 📸: Yusuf Nadir/Sofar Ankara

ntn: İlk kayıtlar nasıl başladı?

SLD: Evde öylesine şarkılar kaydediyorduk. İlk Lie to Me’yi yaptık ya da ikinci olabilir. İşte Gülşah’ı aradım, dinletiyorum falan. Güzel şarkılar diyor ama yatıyordu işte öyle şarkılar. Sonra Şafak (Oceanvs Orientalis) eski arkadaşım, ona gönderdim. Sen anlıyorsun elektronik müzikten, bunlardan bir iş çıkar mı, diye. O da dedi ki; “Şu an Kanto Records’u kuruyoruz. Tam da böyle bir şey yayınlamak istiyorduk. Bunları basalım ben sana Tarabya’da ev aldıracağım.” 🙂. O sırada Şafak Barselona’da yaşıyor. Gitmek üzere de olabilir. 1-2 şarkı çıkmıştı. Ali Kuru çıkmıştı galiba tek. Şafak’ın gazıyla, “Olmuş, şarkıların devamı var mı?” demesiyle geldi devamı. Yıllardır demo biriktiriyorum, orada burada yüzlerce tema, şarkı, kayıt var. “Gel sen bir albüm yap bize.” dedi. Öyle bir gaza geldim. Tam o yaz Seattle’a gittik. Müzikle ilgilenebileceğim izole bir dönem de oldu. 2018’in yazı bu dönem. Bütün Stars Like Dust hikâyesi de doktora için İstanbul’dayken cereyan etti. Bütün ömrü de Ankara’da geçirmemek lazım, bilmiyorum siz ne yaptınız ama?

ntn: Bizim de ayrı düştüğümüz bir dönem oldu. Zordu baya 🙂. Peki Kanto’yla devam ettiniz. İlk albümü (Voyager 01) kaydettiniz. İkinci albüme giden süreç nasıl oldu? Arada EP’ler var.

SLD: Aynen. Moonlight var yine Kanto’yla. Bir de remade - remix (Stars Like Dust: Remixed & Remade) muhabbeti var. Sonra başka bir şey yok o arada.

ntn: Biz sizi ilk tanıdığımızda Ambients: Nature vardı. Onu şimdi bulamıyoruz. 

SLD: Onun o formatı hoşuma gitmedi. 12 dakikalık bir şeydi o. Öyle deneyimleyince güzel oluyordu. Soundcloud’da var uzun hâli. Bölmek kötü fikirdi. Sonra hoşuma gitmedi ve sildim.

ntn: İkinci albümde de Gülbaba Records ile çalıştınız.

SLD: Evet. İkinci albüm, dinlemişsinizdir zaten, ilk albüm gibi değil. Tam janra nedir ben de kestiremiyorum ama biraz psychedelic, biraz french pop, biraz elektronik bir şeyler var. Yeni bir şeyler denediğim bir albümdü. Kanto’nun dinleyici kitlesi daha modern elektronik müzik tarafında olduğu için ikinci albümü başka birinden çıkarayım istedim. Gülbaba da ismen bildiğim, havalı işler yapan bir label’dı. Mail attım. Onlar da dönüş yaptı.

ntn: İsmi geçen label’lar ile yurt içinden öte yurt dışı ile iş yapmanın, konserle vermenin de kapısı açılıyor sanki. Sizin deneyiminiz nasıl oldu?

SLD: Benim için öyle olmadı çünkü Stars Like Dust ile tek başıma çalmayı sevmiyordum. Hayır demem mümkünse çalmıyordum :) Elektronik müzik icrası hoşuma gitmiyor ya da işte beceremediğim için hoşuma gitmiyor. En son artık biraz bir şeyler yapmam gerektiğini hissedince ekibi büyütmek istedim. Ekin (Ekin Özek) dâhil olunca istediğim yere gitmeye başladı işler. Sonra Kerem (Kerem Sivel) davul ile olaya dâhil olunca zaten tam istediğim yere vardık.


Stars Like Dust 2023 yılında üç kere canlı çaldı (Ankara Coffee Festival, Sofar Ankara’ydı ve ODTÜ Müzik Toplulukları 9. Alternatif Müzik Günleri). Bunların ilk ikisinde Ekin Özek ile sahne alırken son konserde ikiliye davulda Kerem Sivel de eşlik etti. Biz bu sonuncu konserde, Mimarlık Amfisi’nde aldık yerimizi. Üçlü, ilk defa birlikte canlı çalıyordu. Stars Like Dust’un canlı çalmak konusundaki pozitif olmayan tutumuna karşılık harika bir performansla karşılaştık. Çıkışta herkes davul ile saksafonun dâhil oluşunu konuşuyordu. Bu işbirliği, Stars Like Dust’un kurduğu dünyanın içinde farklı bir deneyim sunuyor kesinlikle. Ayrıca Mimarlık Amfisi, tüm bur röportajın kurgusunda kritik bir öneme sahip. Stars Like Dust ile yollarımızın kesişmesi, yaklaşık 13 yıl önce Mimarlık Amfisi’ndeki bir Dengesiz Herifler konserini anlatmamıza dayanıyor. Hikâyesi burada! 📸: Can Koçak/ODTÜ MT 9. Alternatif Müzik Günleri

Janraları kavramsallaştırmak: Stars Like Dust nerede duruyor?

ntn: Albüm değerlendirme yazılarının şanındandır, çok havalı janra tanımlamaları yapılır. Janralar arası dönemler tanımlanır. 2018’den bu zamana Stars Like Dust diskografisini de benzer biçimde dönemlere ayırmak mümkün mü?

SLD: Pek yapamıyorum onu. Çok acayip bir şey yaptığımdan değil ama genel olarak bilmiyorum hani ne olduğunu. Mesela ilk albüm Voyager 01 için daha kolay, jenerik olmayan ama esasta synthwave diyebiliriz ona. Fakat Home mesela nedir bilmiyorum. Elektro bir şey… Tam ismini koyamıyorum. Genel olarak tını (enstrümanlar), armoni tercihleri ve icra biçimi janrayı belirliyor ama ben daha çok hep duygu, hikâye anlatma, bir dünya kurma gibi bir yaklaşımla ilerlediğim için janra tanımlayan öğeleri birincil - ilk planda tutmuyorum. O yüzden sıkı sıkı bir janra içerisinde müziği kavramsallaştırmak benim için zor oluyor.

ntn: Tam bu noktada iki sorumuz var. Müzisyenlerin genelde en tepeye koyduğu, referans gösterdiği bir başka müzisyen ya da grup vardır. Oasis için The Beatles’tır mesela. Sizin için öyle bir tepe noktası var mı? Bir de, açıkçası Stars Like Dust’ın yaptığı müzik bizim bugüne kadar dinlediklerimizin dışında kalıyor. Böyle bir alana kulak vermek için kimleri dinlemeyi önerirsiniz? Neleri takip etmek gerekir?

SLD: Elimde öyle bir referans noktası yok. Olsa janra sorunuza da cevap verebilirdim. Genel olarak bir çatı - yaklaşım var. Şunları dinlerseniz bir anlam kazanır diyebilirim belki ama hiçbiri de birbirine veya doğrudan Stars Like Dust’a benzemiyor. Moderat - Moderat (2009), SURVIVE’ın neredeyse yaptığı her şey, French 79 - Olympic, Mildlife - Phase, Mort Garson - Mother Earth’s Plantasia, Jean-Michel Jarre - Oxygen.

ntn: Bunlar yakın dönemli işler mi?

SLD: Karışık biraz. Genel olarak 70’ler - 80’ler sinemasının etkisi de çok var. Hep nostalji. 90’larda büyüdüm aslında ama 90’ların kültürel kodları da Türkiye’de çok 80’ler tandanslıydı. Robocop olur, Total Recall olur, Blade Runner olur… 80’ler ya da 90’lar sinemanın görsel dünyasının etkisi çok oldu üstümde. Stars Like Dust da soundtrack gibi biraz ve çok söz yok. Hep baskın bir tema - his yaratmaya çalışıyorum, şarkı değil de… Söz-nakarat-söz nakarat-çıkış değil. Böyle A-B-A-B-C olmasın da tamamen A ya da atıyorum bir A sonra sürekli B olsun gibi. Sürekli olmayan bir filme müzik yapıyorum gibi aslında.

ntn: Edebiyat, bilim kurgu tarafındaki ilgi nereden doğuyor? Stars Like Dust, doğrudan Asimov referanslı.

SLD: Kendimi bildim bileli öyle şeylere meraklıyım aslında. Ortaokul, lise döneminde edebiyat tercihleri de bölünüyor ya. Ben orada özellikle korku ve bilim kurgu tarafına yöneldim. Kitap okuma alışkanlığımı H.P Lovecraft ile edindim. O dönem Türkçe baskılar çok artmaya başlamıştı. 

ntn: Evde var mıydı edebiyata böyle ilgi?

SLD: Ablam çok fazla okurdu klasik romanlar falan. Fakat korku edebiyatını kendi merakımla biraz müziğin etkisiyle keşfettim. Sonra Arthur C. Clarke 2001 serisini okuduktan sonra bilim kurgu sevgim çok arttı. Bir de hep devam eden bir çizgi roman merakım var. Marvel ya da DC değil daha İtalyan - Frankofon seviyorum. Stilin ön planda olduğu, daha özgün hikâyelerin olduğu bir dünya gibi geliyor. Stars Like Dust’ta da Moebius, Philippe Druilet, Sergio Toppi, Juan Gimenez, Jodorowsky gibi isimlerin yarattığı dünyaların etkisi var.


Edebiyat ve bilim kurgu söz konusu olunca Stars Like Dust’ın en önemli referanslarından biri de Alejandro Jodorowsky'nin 70'lerde kalkıştığı ama bitiremediği Dune uyarlamasıyla ilgili bir belgesel, Jodorowsky’s Dune. 📸: Jodorowsky’s Dune/IMDb


ntn: Star Like Dust, teknik olarak bakarsak çok masabaşı ve teknik kısmı da yoğun bir iş. Sözsüz de diyebiliriz. Fakat anlatısı da müziğin ruhani tarafına yönelik. Burada nasıl bir denge söz konusu. Nasıl bir deneyim? Nasıl bir müzikal olgunluk gerektiriyor?

SLD: Bence o teknik sürecin sende hiçbir engel yaratmıyor olması lazım. Ben o masaya oturduğum zaman, her şeyi kurmam en fazla 1 dakika sürsün istiyorum.. Mikrofon bağlı mı, synthesizer kabloları bağlı mı, Ableton çalışıyor mu, plug-in’lerim yüklü mü gibi sıkıntıları hiç yaşamamam lazım. Şu an tüm bunları yapmak konusunda çok rahatım. Onu yapınca, ki bunu yapmak da yıllar alıyor; o ruh hâline, o ruhani yere hızlıca varabiliyorsun. Davulcu hiç sıkılmıyor, basçı hiç sıkılmıyor. Loop’a alıyorum 8 bar… Gözümü kapatıyorum, önümde klavye veya gitar. Bilgisayara da bakmana gerek yok… Öyle olunca da gitmek istediğin yere çok kolay gidiliyor yani. O rahatlığı sağlamak çok önemli, tek başına müzik yapıyorsan. 

ntn: Tek başınalığın özgürlüğü çekici geliyor diyebilir miyiz?

SLD: Kesinlikle diyebiliriz. Çok çekici. Çünkü biz bu kırılımı çok yaşadık. Özellikle 30 yaşından sonra bazı arkadaşlarımız “Ben hiçbir zaman mesaili bir işte çalışmayacağım ve sadece müzikle geçineceğim.” derken bazıları da “Tamam artık işimize bakalım, gitarı da arada elimize alırız.” diye ayrıldı. O ayrışmadan sonra artık hep beraber stüdyoya giremez olduk. Kimisi akşam çalıyor gelemiyor, kimisi gündüz işe gidiyor.. Öyle olunca ben artık enstrümanıyla, müzikle arası iyi ve müziğe benim gibi yaklaşan birini bulamayacağım diye düşünmeye başladım. Bulamadım da… Öyle olunca da işte tek başıma devam ettim. Meslek seçimimde de bu etkili oldu. Akademisyenim, zaten araştırmayı seviyorum ve kendi zamanımı kendim yönetebiliyorum. Maddi olarak bağımsız olunca da müzikle ilgili karalarımı özgürce verebiliyorum. Sanatla tamamen maddi bir ilişki kurmanın özünde kötü bir yönü olduğunu da düşünüyorum bu bakımdan. Tam zamanlı müzisyen olsaydım belki de daha mutsuz biri olacaktım.

Son: Büyük kuzenimizin odasındayız artık

Röportajın son kısmında, Stars Like Dust’ın ev stüdyosundayız. Yukarıda bahsi geçen kasetler, CD’ler, fanzinler, çizgi romanlar, şarkı sözleri ve dahası… Bu noktada, gerçekten büyük kuzenimizin odasındayız artık. Şebek Heavy Metal Fanzin’leri inceledik. Her bir fanzinde şarkı sözleri, dönemin rock/metal müzik çalan radyoları listeleniyor. Biz, radyodan kaset çekme hikâyelerimizi anlatıyoruz. Yanımızda da Stars Like Dust’ın kaset çaları duruyor. Yerli gruplar hakkında bilgiler paylaşılıyor. Kimlerin demolarının çıktığı yazıyor ve yanında adresleri var. Adreslere, içine bir miktar para koyarak zarf gönderiyorsunuz. Aynı zarf, içinde demolarlar birlikte size dönüyor. Komik gibi ama muhteşem de! “Uzun bir süre metal müziğe dair ne öğrendiysem buradan öğrendim.” diyor Stars Like Dust. Bir hazine. Bir de bir sürü Dengesiz Herifler setlist’i çıkıyor dosyalardan. Daft Punk, Incubus cover’ladıklarını görüyoruz. Elbette tüm bunlara Stars Like Dust’ın çok sevdiği çizgi roman koleksiyonları eşlik ediyor.

Setup’ının başına geçtiğinde ise kendine kurduğu o pratik ve üretken dünya tam anlamıyla somutlaşıyor zihnimizde. Bir çocuk merakıyla sorular soruyoruz. O bize Prophet 12’yi ve synthesizer’lar arasındaki farkları anlatırken gözümüze pandemi dönemi çektiği videolardan tanıdık diğer ekipmanlar da takılıyor (mesela Elektron A4).


Stüdyonun en havalı ekipmanlarından biri bu makaralı tape. Dijital sinyalleri satüre biraz bozup eskitiyor. Biz faniler için kesinlikle çok etkileyici. Tape’in yanında ise Dudu uyuyor :) 📸: facebook/Stars Like Dust


Analog & dijital tartışmaları üzerine konuşuyoruz. O anlattıkça, enstrümanla bağ kurmanın önemini bir müzisyenden dinleyip kavramsallaştırmaya çalışıyoruz aslında. Stars Like Dust’ın her albümünün bir favori synthesizer’ı olduğunu öğreniyoruz. Her synthesizer’ın bir tınısının olduğunu ve seni yönlendirdiğini söylüyor. Acilen odayı terk etmemiz gerekirse yanına alacağı üç enstrümanı soruyoruz son olarak :) Prophet 12 ve Elektron A4’ü seçiyor. Yanına da 2000’lern başında Kerem Batumlu’’dan aldığı ve seneler içinde kasası haricinde her parçasını yenilediği bas gitarı ekliyor.

Stüdyodan ayrılırken saat 22:00’ı gösteriyor. Tatlı bir gülümsemeyle eve dönerken; geçtiğimiz sokaklarda müziğe dair ne hikâyeler var acaba, diye düşünüyoruz. Tavuk pilav yerken Stars Like Dust’tan öğrendiklerimizi birbirimize tekrar anlatıyoruz :) Paylaşımları ve muhteşem ev sahiplikleri için Gülşah, Mustafa ve Dudu’ya teşekkür ediyoruz…


bottom of page