EV’e Dönüş Festivali başlamak üzere. 28 Eylül’de düzenlenecek festivalin akşam seansında 10 farklı konser düzenlenecek. Passkal’da günü kapatacak isim ise Ankara’nın en köklü blues gruplarından Mojo Town. Murat Çayır (harmonika, vokal), Bora Biçer (gitar, vokal), Ulaş Tercan (bas) ve Coşkun Kanlıkoyak’tan (davul) oluşan blues rock grubu Mojo Town akşam 22:00’da sahne alacak.
Mojo Town, blues müziğinin derin köklerinden beslenen bir grup. Müzik yolculuklarını on seneyi aşkın bir zamandır sürdürseler de her bir grup üyesinin kentte bıraktığı izler çok daha öncesine dayanıyor. Festival öncesinde Grup adına, Bora Biçer’le buluştuk. Mojo Town’un yolculuğunu, sahne deneyimlerini ve blues'un Türkiye'deki evrimine dair düşüncelerini dinledik. Mojo Town’un hikâyesi, sadece bir müzik grubunun değil, aynı zamanda bir tutku ve sürekliliğin öyküsü.
Mojo Town’un yolculuğundan bahseder misiniz?
Mojo Town, on seneyi aşkın bir süredir aktif. Daha öncesinde solistimiz Murat Çayır ile bir projemiz vardı, Blues Makers… Akustik blues yapıyorduk 2001 yılında. Buradan bakınca bayağı eski aslında. Blues Makers olarak uzun süre çaldık, hatta aramıza kardeşim de katıldı. O gruba akustik perküsyon elemanları da ekledik. Ulaş Tercan da geldi. Sonraki süreçte Murat ayrıldı aramızdan. Hatta müziğe biraz küsmüştü, Ankara’daki müzik hayatıyla, ortamlarla da alakalıydı ve haklıydı. O zamanlar maddi ve manevi karşılığını alamadığını düşünüyordu. Ben de ayrıldığı için çok üzülmüştüm, yıllardır beraber çalıyorduk. O zamanlar benim başka gruplarım da vardı. Şu anda da çok grupla çalıyorum. Dirty Finger diye bir grubum vardı. Büyük Birader diye bir grubum da vardı, hâlâ var.
Murat’la tekrar müzik yapmaya dair aklımda bir fikir vardı ve ben bunu Olimpos’taki bir tatilimizde O’na anlattım. Dedim ki, “Anlıyorum küssün ama benim bir projem var. Bir grup kuralım ve sen gitar çalma, zaten armonika çalıyorsun. Sen vokal yap ve armonika çal ben de gitaristliği tamamen üstleneyim. Vokalleri yine bölüşürüz.” Bana grubun diğer üyeleri kim olacak diye sordu. “Davulcu, Dirty Finger’dan Coşkun (Mojo Town’ın şu anki davulcusu). Bas gitarist de Ulaş. İkisiyle de sahneye çıkıyorum bana güven.” dedim. O gün müziğe olan küskünlüğünü almış oldum Murat’ın.
Tam olarak hangi yılda oldu bu.
Tam hatırlamıyorum ama 13-14 sene önce olması lazım. Böyle başladı. Mojo Town olarak 10 seneyi aştığımız kesin ama tam tarihi hatırlamıyorum. Murat’ın da dönüşüyle grubu toparlamış olduk ve bir şekilde stüdyoya girdik.
İlk stüdyomuzdan bahsetmem lazım size. Stüdyoya girdik, herkes bir şeyler çalmaya başladı ama ortada bir parça yok. Herkes klasik blues doğaçlamaları üzerinden gitti ve çok mutlu olduk o günün sonunda.
Sonra, çok spesifik bir blues repertuvarı hazırladık. En başında benim kafamda bir sürü şarkı vardı. Gerçekten, o dönem Ankara’da hiç çalınmayan şarkıları çalıyorduk. Her bahse de girerim. O şarkıları bizim dışımızda kimse çalmıyordu. Mojo Town olarak, ince eleyip sık dokuduk ve çok iyi bir repertuvar çıkardık. O dönem, ben lepstil diye bir enstrüman çalıyordum, slide’la çalınıyor, onu da kattım Mojo Town’a. Ayrıca, country müzikte kullanılan Dobro Rasonator diye bir gitar var, onu da kattım. O zamanlar sahneye beş gitarla falan çıkıyordum sanırım. Çok heyecanlı başlamıştık. İki geri vokal, bir solist… Bir yandan Murat’ın armonikası falan derken gerçekten özel bir repertuvar ve sahne düzenimiz vardı. O repertuvardan çaldığımız şarkılar hâlâ var, sonra yenilerini ekleye ekleye devam ettik. Çok geniş bir blues repertuvarımız var, biraz daha blues-rock’a doğru kayan şarkılar da oldu Jimi Hendrix gibi. Klasik blues dışına da çıktık.
Böyle bir başlangıç hikayemiz var, işin özeti bu.
Mojo Town’la da eskiden Ankara’da nerelerde çalardınız, şimdi nerelerde çalıyorsunuz? Çalmayı sevdiğiniz, sizin için özel olan yerler var mı?
Çok sevdiğimiz yerler var tabii. Aklıma ilk gelen yeri söyleyeyim, Kızılay’da Muddy Waters var biliyorsunuzdur belki. Orası tam bir blues bardır, işletmecisi Tamer, namıdiğer Tamtam… Bizim için çok özel bir yerdir. Çok iyi blues grupları çalıyor orada hâlâ. Onun dışında Ankara’da Deppo 29’da sahne alıyoruz. Orası aynı zamanda bir galeri. Orada da çok keyif aldığımız performanslarımız oluyor. Şehir dışına da gidiyoruz tabii. Kadıköy’deki Ağaç Ev Türkiye’deki en önemli blues mekânlarından bir tanesidir. Hatta blues-rock… Çok iyi performansların sergilendiği, çok iyi grupların çıktığı bir yer. Ayda bir orada mutlaka çalıyoruz. Eskişehir’de F/Stop’ta çalmayı seviyoruz. Onun dışında Türkiye’nin bir sürü yerinde de çaldık. Güney’de de çaldık, Ege’de de çaldık. Fakat, Ankara-İstanbul-Eskişehir üçgeninde çok fazla konserimiz oluyor tabii. Bazı yerlerde düzenli çalıyoruz. Tarihler, günler değişebiliyor. Atıyorum, her cuma aynı yerde çalmak artık sıkıcı geliyor ama onun yerine bir cuma İstanbul’da bir cuma Ankara’da bir cuma Eskişehir’de çalmak çok daha zevkli. Hem bu daha rock’n roll hissettiriyor (gülüşmeler).
Hep anlatılır, İstanbul’da falanca bir mekanda haftanın her günü kimin çıkacağı belli olurmuş. Ama artık öyle değil gibi, siz böyle söyleyince de bu durum daha anlaşılır oldu.
O değişti biraz. Haklısınız, eskiden Ankara’da da öyleydi. Ben 2000 yılında üniversite için geldim Ankara’ya, aslen İstanbulluyum. 2000-2001 civarında SSK İşhanı’ndaki Gölge Bar’da dediğiniz gibi hangi gün kimin çıkacağı belliydi. O dönemler böyleydi ama artık bu değişti. “Her cuma” diye bir şey kalmadı. Mesela Muddy Waters’ta da her hafta başka biri çıkıyor. Mekânların anlayışı da değişti. Ggrupların bakış açısı da değişti bu konuda. Galiba biraz da iyi oldu bu değişim.
Daha dinamik bir hal almış gibi…
Evet, daha dinamik. Bir yandan insanların alışkanlıkları vardı, her cuma bir yerde kimin çıkacağını bilip gitmek de güzel bir şeydi ama bir yandan da aynı grup çıkıyor, aynı repertuvar var. İnsanlar bir süre sonra gitmekte tereddüt ediyordu.
Biraz bu sahne-seyirci dinamikleriyle ilgili bir şey sormak isteriz. Zaman içinde, sahnede yaptığınız müzik ve sizin sahnedeki varlığınız sizce nasıl değişti? Biz 1992 doğumluyuz ve 2000’lerin ortasından sonra bilinçli bir şekilde takip etmeye başlayabildik Ankara’daki müzik sahnesini. 80’leri, 90’ları hep dinliyoruz bizden büyük isimlerden fakat bu değişimi sizden duymak çok kıymetli olur.
Ben de 1980 doğumluyum, şimdi farkına vardım aramızda 12 yaş fark var, vov!
Hiç belli olmuyor açıkçası.
Rock’n roll! (gülüşmeler) Ben de konuya 90’larda dâhil oldum. Oradan hareketle anlatabilirim. 14-15 yaşlarındayken İstanbul’da inanılmaz mutluydum. Harika bir dönemdi o. Bence Ankara için de geçerli bu durum. Karanfil Sokak, Hayri Müzik, rock’n roll’un döndüğü yerler. İstanbul’da İstiklal, Kadıköy… Kadıköy hâlâ çok iyidir. Akmar Pasajı’nın Akmar Pasajı olduğu zamanlar… Genel olarak müzik piyasası üzerine söylüyorum. Çok daha iyi işlerin, çok daha underground işlerin çıktığı, çok daha organik bir dönemdi bence. Şimdi iş daha çok dijitalleşti. Her şey çok görsele ve tüketime dayalı olduğu için müzik de çok değişti.
Blues için konuşursak eğer; Türkiye’de hiçbir zaman endüstri içinde yer alan bir müzik türü olmadı. Çünkü hâlâ pek bilinmiyor. Hâlâ bu ülkede çok da iyi ayırt edilemeyen bir müzik türü. Blues Makers’ta blues tarihini çalarak anlatıyoruz Ulaş’la. Blues, cazla çok karıştırılıyor ama alakasız aslında. Bir yandan da alakalı, blues’un kök olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Onun dışında, blues grupları, besteleri çok da fazla yok. Örneğin birçok Türkçe rock grubu sayabilirsiniz ama blues grubu deyince aklınıza çok isim gelmez. Var tabii, beste yapanlar da var hatta ama gerçekten az. Tırnak içinde piyasası olan bir müzik türü değil. Bir kitlesi var. İstanbul’da Ağaç Ev’e gelen bir kitle var, Ankara’da Muddy Waters’a gelen bir kitle var. Düşünün, birkaç bardan bahsediyorum. Kitle kalabalık değil ve o kitlenin içinde bilerek gelen insan sayısı da az. Gerçekten blues dinlemeye gelen, şarkıları bilen gelen insan sayısı çok az. Rock’n roll’la da çok karıştırılan bir şey. Dans… Çok dans edilebilen bir müzik türü değil. Tamam keyifli şarkılar var ama slow şarkılarda balatlara girdiğimizde insanlar ne yapacağını bilemeden “ımmm” deyip öylece kalıyorlar. Sanki blues devamlı yüksek olmalıymış gibi. Bunları biraz Blues Makers’ta yaptığımız tarih derslerinde yıkmaya çalıştık. Ayrıca, ODTÜ’de, Bilkent’te, Hacettepe’de derslere de girdik. Müzik topluluklarında da keza… İstanbul’da Ağaç Ev’de Blues Derneği’nin düzenlediği etkinlikte Mojo Town ile blues tarihini çalarak anlattık. Bunları sürekli dillendirmekten de çok keyif alıyoruz aslında. Bu işi bilerek yapıyoruz açıkçası. Tarihini, müziğin nereden geldiğini, şarkıların ne anlattığını bilmeden 1-4-5 armonisi içinde pentatonik gam çalmak değil blues.
Zaman içerisinde blues’un üretim tarafında da dinleyici tarafında da büyük değişikliklerin olmadığını düşünüyorsunuz.
Şöyle güzel bir şey oldu, bahsi de geçti aslında. İstanbul’da Blues Derneği kuruldu. Bu çok güzel ve destekleyici bir şey. Yöneticileri çok sevdiğim arkadaşlarım. Çok güzel işler, etkinlikler yapıyorlar. Pandemide bile aktiflerdi. Bir sürü müzisyene destek oldular.
Blues grupları çoğaldı mı? Evet. Ankara’da da var, İstanbul’da da var. Bir popülasyonun oluştuğunu söylemek mümkün. Hatta bir Blues festivali gerçekleştirebilecek kadar oluştu. 24 Eylül 2024 Çarşamba günü Ankara 6:45 KK’da Blues Night etkinliği var, o gece biz de çalacağız.
Efes Pilsen Blues Festivali hatırlar mısınız?
Evet.
O bir dönüm noktasıydı mesela. Adana’da, Hatay’da blues festivali oluyordu. Gerçekleşmesini çok da beklemediğin yerlerde blues festivalinin olması harikaydı. Amerika’dan bir blues grubu geliyordu ve Türkiye’yi dolaşıyordu. Bu yasaklanma konularına girersek oradan hiç çıkamayız. Hiç girmeyeyim o konuya (gülüşmeler).
O zamanlar çok keyifliydi ama şimdi bir değişim yok demek de olmaz. Güzel blues grupları kuruluyor, yeni müzisyenler çıkıyor ama çok fazla değil. Zaten yeni jenerasyonda akustik müziğe yönelim çok az, daha çok elektronik müziğe yönelim var. Hatta hip-hop, rap tarafında yeni jenerasyon bir hayli aktif. Blues, daha geleneksel bir müzik. Biz daha çok bir antikacı gibiyiz. Antika ürünler satıyoruz. Ben öyle hissediyorum. Sahneye çıktığımda bir antikacıyım ve antika ürünleri sergiliyor gibiyim. Bu müziğin çıkış noktası 1900’lerin başı. Patladığı dönem de 1930’lar, 1940’lar falan. Baktığınız zaman çok yıllık bir müzik yapıyoruz. Modernize ediyoruz tabii, kendi yorumumuzu katıyoruz. O kısımları da bize ayrı bir keyif veriyor.
Peki yeni gruplardan kimleri dinliyorsunuz, kimleri beğenirsiniz? Soruyu şöyle genişletelim, siz kimleri dinleyerek beslendiniz? Sizin için mihenk taşı olan isimler kimlerdir?
Beni en çok etkileyen müzisyenlerden biri Jimi Hendrix’tir. Gerçekten, döneminin içinde bakarsak eğer her düşündüğümde beni hayretler içinde bırakıyor. Blues kökenli bir müzisyen, rock müziğe daha yakın bir tarafında ama. Kişisel olarak benim için ayrı bir yeri vardır. Eskilerden çok fazla grup, çok fazla isim sayabilirim size. Çok geniş bir yelpazede müzik dinleyen biriyim ben. Heavy metal grubum var. Grunge grubum var, 90’lardan Pearl Jam, Stone Temple Pilots dinlemeyi de cover’lamayı da çok severim.
Çok fazla müzik türünden beslenmem tabii ki bir avantaj. Çünkü blues’a olan bakış açım hiçbir zaman geleneksel değildi. Mesela, 1950’lerde Muddy Waters nasıl çalıyorsa aynı öyle çalayım diye düşünmedim hiç ya da 1980’lerde Stevie Ray Vaughan nasıl tonlar çıkarıyorsa aynısını çıkarmaya çalışmadım. Daha özgün çalma taraftarıyım, grup olarak da böyle düşünüyoruz. Şarkıların orijinal hâllerine öykünüyoruz tabii ama kendimizden de bir şeyler katıyoruz. Sonuç olarak hiçbirimiz Mississippi’de doğmadık. Hepimiz buralıyız ve buralı gibi blues çalmaya çalışıyoruz. Buralı olmayı da geçtim, ben “Bora” gibi kendim gibi çalıyorum. Özgünlük için böyle olması şart. Blues çok anlık bir şey, doğaçlama üzerine kurulu bir müzik. O an çalarsın ve biter. Kendin gibi çalıyor olmak çok önemli. Basitleştirerek anlatayım, bir tane gam var. Bir pentatonik gam çalınıyor sololarda atıyorum… Bu gamı B.B. King de çalıyor, Stevie Ray Vaughan de çalıyor, John Mayall de ama hepsi farklı çalıyor, aynı tonda olsa bile. Biz de özgünlüğü çok önemsediğimiz için, kendimiz gibi çalmamız gerektiğini düşündük. Zaten Mojo Town olarak çaldığımız bütün şarkılar bize özgüdür. Kendimize göre düzenledik. Hatta her konserimizde de farklı çalıyoruz, bir konser bir konseri tutmaz.
Mojo Town’daki herkes tam zamanlı müzisyen mi?
Değil. Ben tam zamanlı, hatta çok zamanlı müzisyenim. (gülüşmeler) Bas gitaristimiz Ulaş Tercan da benim gibi tam zamanlı müzisyen. Hem ders veriyor hem sahne alıyor. Zaten sürekli beraberiz. Davulcumuz Coşkun da bizim gibi. Solistimiz Murat da akademisyen DTCF’de. Ben de oradan mezunum bu arada, sanat tarihi okudum. Bizim Murat’la yakınlaşmamız da biraz oraya dayanır.
Hiç unatamadığınız bir sahne anınız var mı? Ankara’da olabilir, başka bir şehirde olabilir. Hatta diğer gruplarınızla yaşadığınız bir şey de olabilir.
Aslında çok var da, hangisini anlatayım bilmiyorum. Komik olan birini anlatayım. Trajikomik aslında (gülüşmeler). 1997’de benim yaşım tutmuyordu ve Taksim’de çalıyorduk. Üniversiteye hazırlanıyorum o sene ama aslında hazırlanmıyorum da. Sürekli sahneye çıkıyorum. Program da sabaha karşı 05:00’te bitiyordu genelde. Mekan bizi iliğimize kadar emiyor. 4-5 saat çalıyorduk haftanın 5 günü. Hafta sonu da Cem Karaca ve Erkin Koray çıkıyordu orada. Büyük Meis’ten bahsediyorum. İstanbul’un önemli mekânlarındandı. Orada başımıza şöyle bir şey geldi; saat 04:30-05:00 civarıydı. Biz de Santana’dan Black Magic Woman çalıyorduk. Şarkının tonu re minör, bundan daha sonra da bahsedeceğim. Mekânda kimse yoktu ama biz program tamamlamak için hâlâ sahnedeydik. Bir adam girdi iki kadınla içeri, kadınların boyuyla adamın boyu arasında bayağı bir fark vardı. Gelip önümüze oturdular, adam çok çok sarhoştu. Sonra, biz çalarken masadan bir silah çıktı bize doğru, “Türkçe çalın lan!” diye. Biz anında durduk. Dediğim gibi ton re minördü ve 10 saniye içinde şarkıyı Güllerin İçinden’e çevirdim. Titrek sesimle yaptım bunu. (gülüşmeler) Komik bir anıdır benim için, trajikomik tabii daha çok. Sonra mekânın sahibi geldi, adamı sakinleştirdiler. Biz de kaçtık gittik. Şimdiye kadar en acayip olay buydu.
90’larda ve 2000’lerde, hem İstanbul’daki hem Ankara’daki müzik hayatının içinde yer almışsınız bizzat. Bu büyük bir şans. İmrenmemek elde değil.
1990’ları İstanbul’da, 2000’leri Ankara’da yaşadım. En güzel dönemler… Aslında en güzeli her anlamda 1990’lardı bence, tabii bu çok kişisel bir şey. Benden bir önceki jenerasyon da 1980’leri övüyor. Bunun bir sonu yok.
Diğer yandan 2010’lara kadar Ankara da çok keyifliydi benim için. 2000-2010 arası süreçte müzik çok iyiydi. Ankara’da kalma sebebim buradaki müzik ortamlarının çok güzel olmasıydı. 2010’lara kadar çok iyi gruplar çıktı, çok iyi performanslar izledik. Biz de sahne aldık, sahne alacak çok yer vardı. Şimdi bunlar da kısıtlandı. Bu kısıtlanış iki şehir için de söz konusu. İstanbul’da çalmak için konuşunca da, “Kadıköy’de nerede çalabiliriz acaba? Orada bile birkaç yer kaldı.” diyoruz birbirimize. İstanbul gibi kocaman bir şehirden bahsediyoruz sonuçta. Çoğu ülkeden daha kalabalık. İşin özeti şu, sahne alacağımız yerler azaldı. İşin keyfi biraz kaçtı. Bir şeyler oluyor ama eskisi gibi mi? Değil. Daha iyiye gider mi? Onu da bilmiyorum. İşte biz varız, alttan birileri de geliyor, devam ediyor böyle ama çemberin daraldığını hissediyoruz Mojo Town olarak. Mutlu değiliz eskisi gibi açıkçası.
Karamsar bir kapanış olacak gibi.
Evet yaa, öyle oldu.
Fakat biz çok heyecanlıyız Ev’e Dönüş’te size izleyeceğimiz, sizle tanışacağımız için. Umarız, her şey çok daha güzel olur.
İyiye gitmesi için biz devam ediyoruz. Bu müziği bırakmadık, bırakmıyoruz. Bu şehirdeki en uzun soluklu blues grubuyuz. Bunu araştırabilirsiniz. Hiçbir grup üyesi değişmeden, on yılı aşkın süredir aralıksız çalıyoruz. Eski gruplar var evet ama bizim kadar uzun süre çalan kimse yok. O konunda da istikrarlı bir grup olduğumuzu düşünüyorum. Karamsar bir durum var blues’a, akustik müziğe dair. Fakat, genç arkadaşlarımız geliyor alttan görüyorum. Bizi izlemeye gelen genç insanlar oluyor onları da görüyorum. Merak ediyorlar, bize blues hakkında bir şeyler soruyorlar. Çok çok kötü bir yere doğru gitmiyoruz ama bir çember daralması olduğu gerçek. Bizim gibi gruplar oldukça var olmaya devam edecek. Belki bir noktada bir kırılma yaşanacak ve akustik müziğe tekrar dönüş başlayacak. Müziğin kıymeti biraz daha anlaşılacak. Şu an müziğin çok “kıymet” gördüğü yok. Biraz daha tüketim odaklı ilerliyor her şey.
Her şeye rağmen olumlu bitireyim, biz devam edeceğiz.
Comments