Karantina, şehri ve insanları anlamak için nadir bir fırsat sunuyor. Herkes evdeyken ses eşiğimiz bir miktar daha düşüyor, kamusal ve özel alan arasındaki sınır aşınıyor, duyulamaz olan duyulmaya başlanıyor.
Sessizlik, gürültünün karşısında, bir lüks olarak tanımlanıyor şehir hayatında. Fakat basit bir ikililiğin ötesinde sessizliğin/gürültünün kaynağına, yayımına ve biçimleri üzerine düşünmek için güzel bir zamandayız. Mahrem ile kamusalın bir arada çeşitlenerek zaman ve mekânı yeniden şekillendirdiği/dönüştürdüğü bir dönemde...
Suzi Asa şöyle soruyor tam da bu noktada: "Pandemi günleri, sağırlaştığımız alanlardaki sesleri daha işitilir kılmış olabilir mi?". Aslında bu soruyla, kendi tarihselliği dahilinde, susturma/yok sayma mekanizmalarına, sömürülen/susturulan toplumlara dair düşünmeye çağrıyor Asa. Susturulan coğrafyalara, onların tüm canlılarına kendilerinden alınan gürültülerini geri vermek, ötekiyle olan diyaloğumuzu geri kazanmak ve pandemide dayanışma adına yapılabilecekleri geliştirmek için neler yapabileceğimizi düşünmeye çağrıyor.
İlk karantinadan bir fotoğraf. Arkada 123-Binalar çalıyor. Şezlonglar da içeride artık...
"Yanıp söner ışıkları binaların. Hepsini birer göz kabul eder, şu dünyaya bakan pencerelerden"
Comments