Bir binaya/mekâna girdiğimizde mekânsal algımızı öncelikli olarak oluşturan, o mekânın girişidir. İç mimaride de bir mekâna girdiğinizde görmeniz istenen ilk şey, kullanıcıya vermek istenen mesaj, hemen her koşulda açık ve vurucu bir şekilde tasarlanır. Bu da tasarlanan alan ve kullanıcı arasında kurulan ilk bağ ve iletişimdir aslında. Peki, bir bina ya da mekâna girdiğinizde edindiğiniz ilk izlenim ne kadar önemlidir?
Mimariden bağımsız olarak da pek çok etmen kurulan bu ilk bu diyaloğu güçlendirebilir ya da zayıflatabilir. Mekân girişinde aldığınız bir koku sizi rahatlatabilir, duyduğunuz bir müzik kalbinizin daha hızlı çarpmasına neden olabilir. Yaşadığınız önemli bir an, orayı sizin mekânsal belleğinizde ölümsüzleştirebilir. Artık o yapı yerinde bulunmasa bile sizin için her yanından geçtiğinizde, fotoğrafını gördüğünüzde oradadır.
Bizim için 26 Haziran 2010, tam da böyle bir örneğe denk düşüyor. Üniversite sınavından çıkar çıkmaz uçakla İstanbul’a gidişimiz, Taksim’den İnönü Stadyumu’na giden yokuştaki koşuşuşumuz ve saat 8 sularında içeri girdiğimiz an binlerce kişinin yumrukları havada “Hail and Kill” diye bağırmaları… Girdiğimiz an bize devasa gelen stad, duyumsadığımız heyecan, kalabalık içerisindeki sıcaklık, köfte kokusu, insanların metal levhalara vurarak çıkardığı ses, önümüzdeki dinleyicilerin derin metal müzik sohbetleri… Hepsi dün gibi hafızamızda. Bugün İnönü Stadı yok. Mekân ile bağımlı-bağımsız etkenler bütünü ve adrenalin yetiştiğimiz Manowar konserinin son iki şarkısını ve sonrasında tüm festivali unutulmaz bir hale getirdi. Arena’nın önünden geçerken hala yüzümüzde aynı gülümseme, burnumuzda aynı ter kokusu ve içimizde aynı heyecan var. Zaten bu anlar için yaşamıyor muyuz?
📸: @nothenews
Comments