İç mekân konseptleri arasında belirgin ideolojik farklılıklar var. Tartışma, iç mekân dekorasyonunu; mekân tanımlama çabası ya da sadece bir zevk meselesi olarak değerlendirmek üzerine.
İç mekân tarihçileri Mario Praz ve Peter Thornton, antik Roma’dan günümüze kadar süregelen devamlı bir iç mekân algısı olduğunu söylüyor. Hatta Praz’a göre “dekore etmek”, spesifik bir tarihten bağımsız olarak süregelen önlenemez bir insan içgüdüsü, bir zevk işi.
Bu içgüdü, modernizmin iç mekâna olan etkisi üzerine odaklanan uygulamacı ve yazarlar için geçersiz. Modern iç mekânı tarihsel bağlamında tartışırken birincil fenomen, endüstriyel modernleşme. 19. yüzyılda bir yaşam alanı olarak da algılanmaya başlanan iç mekân, hatıralara yer verilen ve kişisel koleksiyonların sergilendiği yerler olmaya başlıyor.
Bellona'dan Ikea'ya ve oradan da Yargıcı Home'a kadar uzanan skalada kutsanagelen iç mekân dekorasyonunu, Benjamin’in kurduğu bu tarihsel çerçeveye oturtmak mümkün.
Örneğin, bu tarihsel bağlamda, modernist mimar ve tasarımcıların bir kısmı mekân strüktürünün mekân üzerindeki önemli etken olması gerektiğini belirtiyorlar. Mesela Mies van der Rohe ya da Le Corbusier gibi... Bir diğer tarfta ise -Todd ve Mortimer gibi- iç mekânın, kullanıcıların bir yansıması olması gerektiği konusunda
hem fikir olanlar var. Diğerlerinden daha psikanalistik ve modernin deneyimine
dayanan bir görüş...
Bu iki fikir karşısında, yaşadığı iç mekânı kişisel müzelerine dönüştüren taraftayız. Beş yaşında kullandığımız oyuncaklarımız, modern şehir hayatının vazgeçilmezi Ikea vitrinlerimizde sergileniyor. Belki de talep doğrultusunda şekillenecek makul bir kombinasyon en sağlıklısı. Bilemiyoruz...
Kaynak: Poldma, T. (2008). “Interior design at a crossroads: Embracing specificity through process, research, and knowledge.” Journal of Interior Design, 33/3: 6-16
📸: https://ikeamuseum.com/en/digital/ikea-catalogues-through-the-ages/1970s-ikea-catalogues/1971-ikea-catalogue/
Comments