top of page

Kaybolmayan sesin peşinde, “Afrika dâhil”

✍️: Karaca Yiğit Pehlivanlı

Afro-Latin müziğe olan ilgimi düşündüğümde, en başta duyduğum ritme ve melodiye verdiğim otomatik tepkiler, sonrasındaysa o tepkilerin başka müziklere göre neden daha güçlü olduğunu sorgulamamı sağlayan ve temelde yatan etkiler geliyor aklıma. Küba’dan bir trova şarkı dinlediğimde ya da Afro-Küban müziğin köklerine dönüp elektro gitarın 70’ler Afrika’sında büründüğü büyülü sound ile birleştiği örnekleri keşfettiğimde; ilk anda gülümseyen yüz ve oynayan omuz başları, bir adım ilerisindeyse her ritim vuruşunda ya da Afrika’dan Amerika’ya taşınan “çağrı ve yanıt” kalıbındaki güçlü seslenişte aranmaya başlanan mesajlar var. Kendi ritmini her koşulda taşıyan bu seslenişlerin, sözün anlamından bağımsız bir şekilde kolaylıkla iletebileceğini düşündüğüm mesaj ise çoğunlukla, “yeni insan”a dair arayışın ve koşulların zorladığı noktadaki akılcı yönelimin en renkli politik yansımalarının yaşanmasına zemin hazırlamış bir bilincin ürünü.

Bu etki-tepki sürecini düşünürken aklıma gelen en vurucu örneklerden biri Amara Toure - El Carretero. Büyülü bir elektro gitar sesi ile Toure’nin yanık sesi birleşince; geleneksel bir Küba ezgisi, Batı Afrika’da yeni bir formata bürünüyor.

İşte bu şarkıyı, etkileyici bir tasarımın yer aldığı kapağıyla bir derleme albümde keşfetmemi sağlayan label Analog Africa’dır. Wikipedia’daki bilgilere göre 2006 yılında Frankfurt’ta Tunuslu bir müzik sevdalısı Samy Ben Redjeb tarafından kurulan ve kurulduğu günden bugüne dek odağına Afrika müziğini alıp, zaman zaman Amerika’dan sesleri de takipçilerine taşıyan bağımsız bir label. Kataloğunda 19 numara olarak belirtilen Senegal 70 gibi birçok albümü dinlemelere doyamam. Space Echo, Congo Funk, Angola Soundtrack… Afrika’nın bu geniş müzikal hazinesini, o güzellikleri alıp metalaştıran kolonyalist bir mantıkla değil, tüm derinliğiyle aktarımı belirli araştırmalar ve ona uygun albüm içi bilgilerle yapan Analog Africa’nın ekibinde Türkiye’yle bağlantılı birisinin olduğunu öğrenmek heyecanlandırdı beni. Onu Instagram’da Afreekaya adıyla tanıyıp, label management görevini üstlendiği Analog Africa için yollara düşerek Güneyli seslerin peşinden gittiğini fark edince, kendisine bir röportaj için seslendim hemen. İşte karşınızda İsviçre’de doğup büyüyen, Analog Africa ile yolunun kesişmesinde ise bir İstanbul dokunuşu olan Volkan Kaya’nın bol duraklı ve müzikli yolculuğundan kesitler.


Hallelujah Chicken Run Band, Samy ve Volkan (Zimbabwe)

MP3’ten plaklara, İstanbul’dan Brezilya’ya

Önce biraz gerilere sarmak istiyorum. Müzikle olan bağın nasıl gelişti? Çok eskilerde bir enstrümana ilgi duyarak mı ya da tamamen sıkı bir dinleyici olarak mı?

Daha çok plaklarla başladı aslında. Küçükken babamın plaklarıyla oynuyordum. Tabii gençken daha çok MP3’ler indiriliyordu ve her zaman arkadaşlar arasında en çok MP3 indiren bendim. Keşiflerimi daha çok tüm albümü indirerek yapardım. iTunes’ta toplardım hepsini. Ondan sonra plaklara geçtim. 14 yaş civarında toplamaya başladım. Yavaş yavaş dj’liğe başladım.

Sadece bir şarkıyı dinleyip geçmezdim diyorsun. Plak toplamaya başlamadan önce de bu keşif hâli, daha bütünlüklü bir bakış vardı anladığım kadarıyla.

Evet, öyle bir şey vardı aslında. Hepsini dinleyip en sevdiklerimi seçmeyi ve playlist yapmayı çok severdim. Arkadaşlarla dışarı çıkınca her zaman iPod playlist’leri bendendi. Sonuçta aslında çok da uzak değildim şimdi yaptığım işe.

Instagram bio’nda dj ve digger (bir nevi “nadir kayıtların yer aldığı madenlerin kazıcısı”, plak ve kasetlerin peşinden giden) yazılı. Aslında dj’lik önce geliyor anlaşılan?

Evet. Aslında tesadüfen başladım ona da. Plaklarım vardı, sonra anladım ki elimde başkalarında olmayan plaklar var. Onları göstermek, paylaşmak istiyordum. Öyle başladım. Hayatımın ilk resmi dj’liğini de İstanbul arkaoda’da yaptım. Erasmus programıyla İstanbul’a gelmeden önce, doğum günümde ismimi de bulmuştuk: Afreekaya. İstanbul’da arkaoda’da ilk etkinliğimde daha çok rap çalmıştım. Türkiye’de hiç rap duymamıştım ve o dönemde çok dinliyordum. O geceden bir ay sonra da Analog Africa’yla tanıştım. O etkinlik de arkaoda’da olmuştu, 2015-2016 gibiydi. Samy çalıyordu. O zamana kadar Afrika müziğiyle ilişkim daha çok Fela Kuti ya da Salif Keita, Youssou N’Dour gibi buralarda festivallerde çalan belirli isimlerle sınırlıydı. Analog Africa’yla tanışana kadar bu müziklerin arkasında ne olduğunu çok düşünmemiştim.

Analog Africa’yla yolunun kesişmesinde etkili olan ortak nokta digging olayı belli ki. Ben bir diğer ortak nokta da çok daha öncesinden Afrika müziğiyle olan güçlü ilişkindir diye düşünüyordum.

Tanıştığımızda Samy’nin o gece çaldığı şarkılardan birisini bile bilmiyordum. Ama çok beğendim ve dans ettim. Samy de gördü onu. Gece çorbaya davet ettim onu. Bana İstanbul’da böyle bir gece çorbasının onun rüyası olduğunu söyledi. O dönemde eski kız arkadaşım Tunus’luydu, Samy de Tunuslu. Derken arkadaş olduk. Birkaç ay sonra bana “Aslında senin müzik kulağın iyi. Zaten dj’lik de yapıyorsun. Demek ki bu alanda bir şeyler yapmak istiyorsun. Gel Brezilya’ya gidelim.” dedi. Tam o dönemde lisans-yüksek lisans arasında mola vermiştim. Tunus’taydım ve altı aylığına Arapça öğreniyordum. Oradan Brezilya’ya gittim ve iki hafta beraber kaldık orada. Benim sosyal tarafımı, konuşmadığım bir dilde insanlarla nasıl iletişim kurabildiğimi gördü. Bana çalışmayı önerdikten sonra dedim ki; “Hiçbir şey bilmiyorum bu alanda.” O da “Bu daha iyi bir şey.” diye cevapladı. “Eğer müzik okusaydın seninle çalışmak istemezdim. Sınırları daha keskin bir bakış açısı taşıyabilirdin.” dedi.

Belki müzik eğitiminin de etkisiyle bir şeyleri çok daha hızlı elerdin. Bu derleme işinde en temel şey müzik kulağı ve sosyal ilişkileri güçlü tutmak sanırım. Derlemeler yapılırken seni çok zorlayan bir ülke oldu mu?

Samy ile çalışmaya 2019’da başladım. Çünkü Samy tanıştıktan sonra iş teklifi öncesi üniversiteyi bitirmemi bekledi. Bunun için bir üç sene geçti. Siyaset bilimi okudum o arada. 2016-2019 arası ilişkimiz gelişti. Başlayınca tabii hemen Covid geldi. O süreçte geziler durdu. O bir iki sene daha çok Avrupa’da plak satışı için çalıştım. Bir yandan da Paris’te ve Belçika’da görüşmeler yaptım. Evden çalışmaya devam ettim. İlk dönem benim için çok önemliydi, çünkü label kataloğunun içine girmem gerekiyordu ve o zamanı öyle kullandım. Bütün kataloğu Excel’e döktüm; kontak kişiler kimler, koşullar, şarkıların sanatçısı kim vs. hepsini işledim. Öyle bir şey yoktu ben başlamadan önce. Samy bu tarz yönetimsel işlerle uğraşmayı pek sevmiyor.

O zamana kadar Samy hep tek miydi?

Satış yapan birisi vardı. Bir de muhasabe. Onun dışında tüm işleri kendisi yürütüyordu. Tabii hep araştırma için önüne bakarken geride kalan yönetimsel işler de birikmişti. Bana dedi ki “Şu an dördüncü vitesle gidiyoruz, beş-altı için sana ihtiyacımız var.” İki sene sonra ilk olarak Zimbabve’ye beraber gittik 2022’de ve bir ay kaldık. İşin o tarafını görmemiştim daha. Samy nasıl araştırıyor vs. bunları öğrenmiş oldum. Onun yanında not alıyordum ve ona yardım ediyordum. İki ay sonra hemen Kongo’ya gittim ve bu kez tektim. Kongo’dan sonra da bu sene Kolombiya’ya gittim.

Kolombiya’da yine derleme çalışmaları mı vardı?

Kız arkadaşım da Kolombiyalı, o giderken gittim ben de. Üç ay kaldım ama iki ayı iş içindi. Aslında biz her gittiğimiz yerde müzik keşfi için bir şeyler yapıyoruz artık.

Brezilya gezisinden bahsetmiştin, o da mı aynı şekildeydi?

O daha öncedendi. Karnavala gitmiştik Samy ile iki hafta. Tamamen eğlence amaçlı gitmiştik ama şöyle bir detay var o geziye dair; iki ay sonra Space Echo albümü çıkacaktı, orada her gün A’dan Z’ye dinledik o albümü. O albüm bizim için Brezilya’daki gezimizin müziği oldu.

Space Echo’yu da düşününce, o albümün bilgilerinde yer alan ve gerçek tarihi kurguya bağlayan hikâye geliyor aklıma. Ben tabii hiç hard copy elde edemedim, ama internetten bakınca booklet’lerde, kapak içlerinde aktarılan bilgilerde hep bir fark var. Anlatım ve bilgi aktarımında Habibi Funk da benzer şekilde çalışıyor gibi. Onlarda da sizde de bir misyon var. Farklı ülkelerdeki unutulmuş isimleri oralardaki dinleyici kitlesine de hatırlatıyorsunuz. Analog Africa bu misyonla kurulmuş denebilir mi? Batı merkezli bir bakıştan uzak adımlar atmak adına Samy’nin Tunus kökenli oluşu da önemli.

Samy bence benzer işleri yapan diğerlerinden farklı. Diğerleri ya üniversite okumuş insanlar ya Avrupa’da büyümüşler ya da zengin insanlar ve hobi olarak yapıyorlar bu işi. Samy Tunus’ta doğdu büyüdü, orada balık tutuyordu. Liseyi bitirmemiş birisi. Almanya’ya geldi, liseyi bitiremedi. Çalışmaya başladı, yavaş yavaş müzik dünyasına girdi ve label’ı kurdu. Her şeye sıfırdan başlamış. Biraz da müzik dünyasından uzak kalıyor o yüzden. Plak dünyasında plağa verilen değer sanki altın gibi, koleksiyoncu kafası. Samy’de o yok işte. İstediğinde hepsini satabilir. Sadece çalışmak için alıyor, tutmak için değil. Üretim odaklı. Bazen plak toplayanların bir araya geldiği yerler oluyor, Samy öyle yerlere gitmeyi de sevmez. 1990’larda Zimbabve’ye çok gitti. İlk başta Lufthansa’da çalıştı ama esas amacı Afrika’ya bedava uçmaktı. Yavaş yavaş plak aradı ve Analog Africa’nın temelleri atıldı. En baştan beri de büyük booklet’lerle, bilgileri aktararak yaptı bu işi. Müziği keşfetmek önemli, ama tarihini anlatmak da önemli. Label’da da hep bu anlayış hâkimdi.

Afrika’nın sömürge tarihi ortada ve bu acılardan süzülmüş neşeli, heyecanlı, hüzünlü, güçlü bir müzikal yelpaze var. O yüzden sosyo-kültürel olarak çok yönlü ele alınması gereken konular. Bunu dert etmek de Analog Africa’yı daha çok öne çıkarıyor. Peki yeni sanatçılar için bir şey var mı?

O bambaşka bir iş aslında. Başlarken ben Samy’ye diyordum bunu ama o “Önce bu işi bir anla.” dedi. Şimdi dört sene sonra başka gözle bakıyorum ve anladım ki yapılacak daha çok iş var ve aslında bizim yaptığımız iş, bu eski şeyleri çıkarmak. Yeni şeyler için başka bir label kurulabilir ama Analog Africa hep böyle devam edecek.

“Artık müziği keşfetmek değil, hikâyeleri ve insanları bulmak daha zor”

Teknik olarak nasıl gidiyor süreç? Plakların yanı sıra kasetler de bulunuyor mu? Teknik anlamdaki süreç zorlu oluyor mu?

Aslında müziği bulmak ilk başta kolay değil, araştırmak lazım. Tabii Samy 30 senedir yapıyor bunu ve insanlar da bizi tanıyorlar. Bazıları bize yazıyor bende bu plaklar var, diye. Bazen label ünlü olduğu için plakçılar da gönderebiliyor. Onları kayda alıp geri gönderdiğimiz de oluyor. Artık müziği keşfetmek işin en zor tarafı değil. Hikâyeleri ve insanları bulmak daha zor. Çünkü müziğinin peşinden gittiğimiz çoğu isim yaşlı. Bir yandan sağlık durumları bir yandan da o kişilerle iletişim kanallarını bulma çabası derken gittikçe zorlaşıyor iş. Aileyi bulabilirsin belki ama hikâyeleri birebir anlatacak kişileri bulmak zorlaşıyor.

Analog Africa’dan yayınlanan son albüm olan Congo Funk’ın süreci nasıl gelişti? Bu süreçte videolar paylaştınız. Bir kısa belgesel çıkacak mı oradan diye merak ettim bir yandan da.

Yok, o başka bir iş. Öyle bir proje yapmak için birinin bizimle gelmesi lazım, çekmesi lazım. Onun kendi projesi olması lazım. Çünkü bizim yeterli bütçemiz olmuyor. O kısa videoları kendimiz çekiyoruz. Ama gelmek isteyenler varsa, her zaman yerimiz var.

Esas mevzu oradaki röportajlar ve booklet’e aktarılması tabii. Mesela Congo Funk’ta orada tüm bağlantılar kurulmuş muydu?

Tam da bu yüzden sosyal taraf önemli. Çoğu zaman gittiğimiz yerlerde ya bir kişi tanıyoruz ya da hiç kimseyi tanımıyoruz. Genelde bir kişi tanımamız önemlidir. Hiç kimse tanınmazsa zor oluyor. Kongo’da bir kişi vardı kontak olarak. Oradan başladım. O baya yaşlı birisiydi. Radyoda çalıştığı için baya bir insan tanıyordu. Herkesi bir araya getirdi ve bize bıraktı işi. Ben de konuştum insanlarla. Bir ayda hepsini bulduk.

Albüm kapakları da çok güzel oluyor her zaman. Aynı kişinin elinden mi çıkıyor?

O değişiyor, orada Samy’nin fikri önemli. Bazı insanlarla birkaç kez çalıştık ama sabit değil. Dizaynı yapan birisi var, bookletler’i yapıyor. Bir de kapaklar bittikten sonra bastığımız yerin boyutlandırmalarına bakıyor.

Logonun da çok ayrı bir yeri var, çok başarılı gerçekten.

Samy yaptı onu aslında. Orijinali Zimbabve’den, 70’li yıllardan bir label’ın logosu. Onu yapan adamla konuştu Samy. O da “Kullan, sorun yok.” dedi. Samy de logonun düzenlemesini paint programında yaptı, sonrasında da hiç değiştirmedi.

Logo da bir bakıma analog diyebiliriz :) Peki gelelim Türkiye’ye. Son yıllarda dünyada saykodelik müziğin etkilerinin yeniden artmasıyla birlikte Anadolu pop-rock’ın keşfi ve etkisi de arttı. Türkiye’deki böyle bir kaynağa yönelim düşünceniz var mı?

Aslında Samy kapalı değil. Türkiye, İran, Asya, istediğimiz yerden çıkarabiliriz müziği. Yeter ki Analog Africa’nın genel kapsamına uysun. Ama kendisi Türkiye’ye gidip araştırmıyor. “Eğer sen bulursan yap.” dedi bana. Ladies on Records’tan Kornelia’yla da konuştum. Bir şeylere başlamak istiyoruz ama daha fazla adım atmadık. İyi bir proje bulursak tabii ki yaparız.

Bu röportajı okuyanlara da bir çağrı olabilir o zaman. Bunu duymak güzel, sana birilerinin ulaşabilmesi, Analog Africa’ya projelerle gelebilenlerin olması ve tarz çeşitliliği açısından. Peki bir sonraki derleme projesi ne olacak?

Birkaç tane var. Son iki aydır Zimbabve projesini yazdım ama o seneye çıkar. Şimdi Samy onları okuyacak ve düzenlemelerini yapacak. O aşamadan sonra bazı sözleşmeler eksik. Ayrıca eklenecek yeni şarkılar, booklet’ler… Bayağı bir iş var. Bu arada Samy bu sene çıkan bir proje üzerine çalışıyor. O da hemen hemen bitti. Onun promosyonuna da sonra ben başlayacağım. Ayrıca seneye bir yerlere gideceğim, planlanan o ülkelere özel bir şekilde müzikleri dinliyoruz. Aslında biz her zaman beş-on proje üzerinde çalışıyoruz. Mesela hemen hemen dokuz ay önce Somali’den Dur-Dur Band için yeni projeye epey kafa yordum ama o proje şimdilik durdu. Grup için üçüncü ve dördüncü albümleri çıkarmak istiyoruz ama röportajlarda fazla bilgi çıkmadı. Bazı kişilerle iletişim kesilebiliyor, onların hastalıkları giriyor.

Tüm bu yıllar içerisinde Afrika-Latin Amerika hattında dinlediğin tarzlarda nasıl değişimler oldu?

Aslında projeye bağlı bu durum. Mesela Congo Funk için son iki senede oranın müziğini çok dinledim. Biliyordum ki seneye Kongo’ya gideceğim. Dinlediğim müziğin %90’ı iş için, %10’u tamamen kendi tercihlerim diyebilirim. O da daha çok caz, London caz. Kendim için dinliyorum. Onlarda fazla değişim yok. Beş senedir aynı müziği dinliyorum (Gülüşmeler) .Ben burada Hors Tribu Festivali’nin organizasyonunda da yer alıyorum. Dört günlük, bin kişilik bir festival ve programını başkalarıyla birlikte yapıyorum. Toplamda üç kişiyiz, kırk sanatçı katılıyor hemen hemen. O sanatçıların yaklaşık on beş tanesini ben seçiyorum ve onun için de müzik dinleme alışkanlığım içerisinde günceli de takip ediyorum. Daha çok indie gruplara yer veriyoruz festivalde. Dörtte biri yurtdışından, kalanlarsa İsviçre’den. Dinlerken görüyorum ki bugünün müziği de güzel, çok iyi gruplar var etrafta.

Hors Tribu Festivali’nde hiç Türkiye’den sanatçı oldu mu?

Türkiye’den olmadı ama Marsilya’da yaşayan Kürtlerin bir grubu var, BIENSURE, onlar bu sene katıldı. İlginç bir müzik yapıyorlar. Mesela Derya Yıldırım’ı istiyordum ama ayarlayamadık bu sene. Avrupa’ya giden, turneye çıkan grup varsa, festival için bana yazsın.

Yakın zamanda Türkiye’ye geliş var mı? İstanbul’da birkaç ay önce çalmıştın.

Daha bilet almadım ama İstanbul’a Ekim’de geleceğim. Çalma konusunda bir öngörüm yok, akraba ziyaretine geleceğim esas olarak. Ama tabi gelince bir şeyler de düzenlemeyi planlıyoruz, isterseniz Ankara’da da bir şeyler yapabiliriz.

Analog Africa kataloğuna dalıp dinlemeye doyamadığımız şarkıları, başkentte dinlemek çok keyifli olur. O zaman en kısa zamanda Ankara’da da seni dinlemek dileğiyle, keyifli sohbetin için çok teşekkürler.


コメント


bottom of page