1998'den gelen, unutamadığımız bir film var. Henüz 8 yaşındayken izlediğimiz, Çağan Irmak'ın hem senaryosunu yazıp hem de yönetmenliğini üstlendiği "Günaydın İstanbul Kardeş".
Filmde sosyal fobilerine rağmen, her sabah İstanbul'u güne hazırlayan, insanlara günlük kaygıları içerisinde görmezden geldikleri değerleri hatırlatan radyocu Alican ile sıkıcı bir banka şubesinde çalışsa da her an kendi renkli, umut dolu duygu dünyasında kaybolan Sadenaz'ın birbirlerini bulma hikâyesini izliyoruz. Hikâyenin arka planı ise iki karakteri var eden -aile başta olmak üzere- faktörler, şanslar, ve eksikliklerle olan ilişkileri ile dolduruluyor.
"Günaydın İstanbul Kardeş" dâhil olmak üzere esasen çoğu Çağan Irmak hikâyesi, işte en çok, oluşturduğu bu arka planla bizi etkiliyor sanki. Kaybeden, görmezden gelinen fakat içinde saf tutkuyu yücelten karakterlerle kurduğumuz bağ Sadenaz'a kadar uzanıyor. Büyük posterler altında ve masa lambası ışığında kasetlere dalmak, şiir yazmak, sevdiğin kişiyle anı paylaşabilmek, aynı şeylere heyecanlanmak, yaşam mücadelesi verdiğin koca bir şehirde insanlara "mucize yaratma oyunu" oynatabilmek... Alican'ın yarattığı bu heyecanları; küçük mutluluklarımızda, tutkularımızda bugün bile hissedebilmek çok güzel.
"Sana, sıradan bir adamın verebileceği en olağan üstü şeyi veriyorum Sadenaz. Sevgimi... Seni seviyorum."
📸: imdb
ความคิดเห็น