top of page

Alışılmışın dışında fakat bir o kadar tanıdık: The Flabbies ile buluştuk

Türkiye’de alternatif sahnede kendine yer bulabilmek, müzik endüstrisinin güncel tartışmaları bağlamında, birçok zorlu aşamadan geçmeyi gerektiriyor. The Flabbies, bu aşamaları bir de vokalsiz müzik yapma tercihiyle atlayarak ilerleyen çok özel ve başarılı bir örnek olarak çıkıyor karşımıza. 

Oğuz Kont ve Sarp Dağlar Şahin tarafından 2015 yılında İstanbul’da kurulan grup, yaptığı müziği indie instrumental olarak tanımlıyor. Aynı yıl yayınladıkları ilk EP’lerini seneler içinde sıkı bir üretim süreci izliyor. İlk albümleri Back in Town 2017 yılında yayınlanıyor. Onu, Can Sürmen’in de gruba dâhil olmasının ardından, 2022 yılında ikinci albümleri Alive takip ediyor. Son olarak ise Ekim 2023’te grubun eski şarkılarının yeniden yorumlandığı remix albümü Up in the Air var.

  • The Flabbies (a.k.a. Lapacı): Oğuz ve Dağlar çocukluk arkadaşları. Birlikte müzik yapmaya Antalya’da erken yaşta başlıyorlar. The Flabbies, adını ikilinin lise yıllarındaki grupları Lapacı’dan alıyor. Grubun dinamikleri, ikilinin dostluğuna ve aralarındaki uyuma dayanıyor. Gitarların başına oturduklarında her şey dökülüyor bir anda.

  • Duo’dan tiro’ya: Gruba 2022 yılında Son Feci Bisiklet, Hend, Alarga ve Öfkeli Kalabalık gruplarından da tanıdığımız Can Sürmen dâhil oluyor. Oğuz ile Can 2015 yılında tanışıyor. Hedefler ve bakış açısı uyuşunca mükemmele yakın bir eşleşme yaşanıyor. Can’ın imza stili, yani tuşesi, onları en çok etkileyen şey oluyor. Pandemi sonrasında Can’ın dâhil oluşu hem grubun üretim sürecini pozitif anlamda etkiliyor hem de canlı performans tarafında da grubu bir diğer seviyeye taşıyor.

Soldan sağa: Can Sürmen, Oğuz Kont ve Sarp Dağlar Şahin

📸: Serhat Soyaltın


Açıkça söylemeliyiz ki not the news ekibinin müzikal algısında vokal/sözlü anlatı olmazsa olmaz. Fakat The Flabbies’in bizi en çok etkileyen yanı, vokal olmadan, melodi ve ritmle de müziğin içine dâhil olabileceğimizi bize göstermeleri. Enstrümantal müziğin açtığı özgürlük alanını hissettirmeleri bakımından bizim için çok kıymetliler. Grubu, 2022 yılında Salon İKSV’deki albüm lansmanında keşfetmiştik. O günden bu yana da sıkı takipçileriyiz. 27 Şubat Ankara konserini kaçırmıştık maalesef. 19 Temmuz’da tekrar kentte olacaklarını duyunca ekibe ulaştık. Merak ettiklerimizi Oğuz, Dağlar ve Can’a sorduk.

Duo’dan trio’ya geçiş: Öncesi ve sonrasıyla The Flabbies

Enstrümantal müzik yapmak, çok olgun bir müzikal tercih olarak gözüküyor bizim için. Bugüne kadar dinledikleriniz/çaldıklarınız ile The Flabbies’in bugün durduğu yer arasında nasıl bir ilişki var?

Oğuz: Dinlediğimiz müzikle bağlantısı hem var hem de yok. Aslında biraz imkansızlıklardan kaynaklı bir çıkış var. Ben zaten bambaşka bir enstrüman (davul) çalıyordum. Dağlar da ben de sadece duşta şarkı söylüyorduk. En iyi yaptığımız şey, karşılıklı oturup gitar çalmaktı. Çok güzel anlaşıyorduk. Çok güzel, uzun saatler geçiriyorduk. Lisedeyken birlikte çalıyorduk. Lise şenliklerinde ve illegal biçimde yaşımızın tutmadığı barlarda çalıyorduk. Sonra bu karşılıklı gitar çalmaya evrildi. Dinlediğimiz gruplardan, parçalardan etkilendiğimiz şeyler var tabii ki ama asıl şey, çok yakın arkadaş olmamıza dayanıyor diyebilirim. Dinlediğimiz şeylerin pek de bir etkisi kalmıyor. Müzikal olarak ortak hayalimizi dile getirmekti isteğimiz.

Genel olarak önce metal müzikle başlayıp sonra yıllar içinde farklı tarzlara evrilen bir hikâyesi olur müzisyenlerin. Sizde durumlar nasıldı?

Oğuz: Ben metalciydim. Dağlar punk’tı (gülüşmeler). Çok terstik. Birbirimize de terstik o zaman. Bugünün, o zaman dinlediğimiz ya da yaptığımız müzikle hiç alakası yok.

Dağlar: Ama sonradan dinlediğimiz şeyleri düşünüyorum, ortada buluştuğumuz…

Oğuz: Tabii, yani sonradan indie’ye dönüştü ama bizi en çok etkileyen, ikimizi gitar anlamında etkileyen, grup FOALS oldu. Tek bir grup sorarsız FOALS ve FOALS’un o mükemmel gitarları deriz ikimiz de. 

Can senin için durum nasıldı? Gruba dâhil oluşun 2022 yılı ama grupla kurduğun bağı tanımlayabilir misin?

Can: Ben de sizin gibi Ankaralıyım. Bir süreden sonra 2012 yılında İstanbul’a taşındım diğer grubumla. Sonrasında burada piyasada çok denk geliyordum Oğuz’la. Muhabbetimiz vardı ama orada kalan bir muhabbetti. 2021 yılının sonunda buluşmaya başladık. Fakat ben grubun müziğini zaten her zaman seviyordum. Aramızda konuşuyorduk, dinliyordum ve paylaşıyordum. Indie müzik benim de çok sevdiğim ve hep çaldığım bir tarz. Enstrümantal olması da çok hoşuma gidiyordu. Çünkü hem enstrümantal müzik severim hem de bir grupta çalıp söyleyen birinin olmadığını hayal edemezsiniz. Bu müthiş bir duygu. 

19 Temmuz’da sizi sahnede ilk defa izleyeceğiz. Çok heyecanlıyız bunun için.

Can: Daha keyifli, farklı kafası olan bir durum. Oğuz bana tam da yeni bir şeyler aradığım ve zamanımın uygun olduğu bir dönemde, grupta çalmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de kabul ettim. Oğuz’u zaten tanıyordum. Dağlar’la tanışıp onu da çok sevdiğim için benim tarafımda keyifli bir süreç oldu. Taze bir evlilik bizimki. Konserler veriyoruz, yeni şeyler tadıyoruz. Önümüzde Avrupa turnesi var. Bekliyoruz heyecanla.

2022 yılı: Grubun diskografisinde bir dönüm noktası

Şarkılarınızı dinlediğimizde ve bugüne kadarki röportajlarınızı okuduğumuzda 2022 yılını bir dönüm noktası olarak değerlendiriyoruz. 2022, Can’ın gruba dâhil olduğu ve ikinci albümünüz Alive’ı yayınladığınız yıl. Yaptığınız müziğin tarzında bir değişim ve çok daha bütünlüklü bir anlatı göze çarpıyor bu dönemden sonra. Öte yandan grubu özellikle sahneye daha çok taşımayı hedefleyen bilinçli bir çaba da görüyoruz. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

Dağlar: Biraz doğru. Çünkü öncesi biraz daha erken yaşlarımıza denk geliyor. O dönemde evde oturup müzik yapıyorduk ama yine de konserler veriyorduk. Daha sonra ben yurt dışına gittim. Bir yıla yakın yoktum. Ufak bir kopma oldu. Sonra dönünce de pandemi başladı. O süreçte ufaktan bir şeyler yaptık. Son aşamada, artık büyüdük de, biraz bunu geliştirelim dedik. Oğuz, o dönem kapanıp iyice geliştirdi işi aslında. 

Oğuz: Benim iki senem tamamen odaklanarak geçti. Eskiden çalarken, Can öncesinde, şunun handikapını yaşıyorduk: Davul çok iyi bir eşlikçi oluyordu, performe ediyorduk ama çok akustik duyulan da bir şey vardı. Bizi de tatmin etmiyordu sahnede. Ben, ana enstrümanım davul olmasına rağmen The Flabbies’de davul çalmak için çok yanlış birisiyim. O yüzden hem dışarda hem de müzikal olarak anlaştığımız birine ihtiyaç duyuyorduk. O da her zaman Can’dı. İlk tanıştığım zamanlardan beri Can’ın hem karakterini hem de davul çalışını çok beğeniyorum (Can, arkada kalp işareti yapıyor). O yüzden Can’la 2021-2022 döneminde bir araya gelip yeni bir tarza, sound’a geçmemiz aslında bizi müzikal olarak bambaşka bir yola soktu.

Dağlar: İlk provayı hatırlıyorum. Can çaldığında bambaşka bir şeye gideceği belli oldu zaten. Can seni güzel övdük (gülüşmeler). 

Can: Evet (gülüşmeler). Oradaki hikâye bence şu şekilde: Kişiler değişebilir böyle hikâyelerde de. Burada onların işe odaklanmasıyla alakalı bir değişim bu. Oğuz’un devam eden bir işi vardı mesela onu bıraktı. Tüm zamanını müziğe ayırdı. Bu benim için de önemli bir konu. Çünkü ben de ciddi olmayacak bir projede yer almak istemezdim. Onun ilk gelişindeki ciddiyeti çok önemliydi. Fakat 2022 ve sonrasını asıl ayıran, bunu onlardan özür dileyerek söylüyorum, grubun eskiden kalan çok iyi işlerine rağmen taze bir grup olması. 2022 sonrası bakış açısı çok daha farklı. Kişilerden de bağımsız olarak en önemli şey, 2022 sonrasında bakış açısının değişmesi. 

İki çocukluk arkadaşının bir kişiyi daha dâhil ederek yolculuğuna farklı bir düzlemde devam etmesi çok güzel gözüküyor ve hikâyenizi de anlamlı kılıyor bir taraftan.

Oğuz: Üç çocukluk arkadaşı gibi sanki. Şanslıyız o konuda.

Enstrümantal müzik yapmanın avantajları/dezavantajları ve Avrupa turnesi

Nasıl bir çalışma rutininiz var? Enstrümantal müzik yaptığınız için tüm üretim sürecinizin jam session’larla ilerlediğini hayal ediyoruz. Yanılıyor muyuz?

Oğuz: Aslında hem jam session gibi oluyor hem var olan bir şarkı stüdyoda prova esnasında çok daha iyi bir noktaya da geliyor. Onun dışında bireysel çalışmayla da çok fazla alakadar. Ben 7/24 bir şekilde vakit harcıyorum. “Arkadaşlar, şarkı hazır. Adını da koydum. Kapağı da hazır. Yarın çıkıyor!” şeklinde de oluyordu eskiden. Onun dışında Dağlar çok güzel melodiler yazıp gönderiyor. Ondan sonra üstünde kafa yoruyoruz. Bol bol dinliyoruz, tartışıyoruz. Başka ne yapıyoruz?

Can: Yani bu şekilde… Oğuz’un genelde master mine olduğu bir süreçte biz de bir şeyler katmaya çalışıyoruz. Şimdi yeni şarkılar yapıyoruz. Daha başka yöntemler de deniyoruz. Beraber sıfırdan bir şeyler çıkarmaya da çalışıyoruz. Fakat şarkıdan şarkıya değişebiliyor. Genelde bütün gruplarda da böyle olur. Bir yerden bir şey çıkar ve onun üstüne başka şeyler konulur. Çünkü jam session yapıp bir şeyi şarkıya dönüştürmek o kadar kolay değil. Metallica falan olabilmek gerekiyor. Aylarca takılacaksınız, onu biri kaydedecek… O pek gerçekçi değil. Bir besteciden bir şey çıkıyor. Sen de elinden geldiğince bir şeyler eklemeye çalışıp onu bir noktaya getirmeye çalışıyorsun. Öyle işliyor bence.

Peki müziğinizi daha fazla kişiye ulaştırmak ya da ana akıma taşınmak üstüne bir strateji geliştiriyor musunuz?

Oğuz: Ana akıma dâhil olmak, vokal eklemek demek bizim için aslında. Yıllarca çok düşündük bunu, üstüne sohbet ettik ve denemeler yaptık ama bizi mutlu eden bir şey olmadı hiçbir zaman. Bu demek değil ki asla vokal eklenmeyecek hiçbir şekilde.

Dağlar: Ana akım da değişti. Bir yere kadar “Vokal eklemeli miyiz?” sorusunun etkisi vardı üstümüzde ama bir noktadan sonra artık öyle bir kaygımız ya da isteğimiz de yok. Eskiden doğal olarak oluyordu. İnsanlar sürekli olarak ne zaman vokal ekleyeceğimizi soruyordu. Biz de bu yüzden bekliyorduk, düşünüyorduk ama artık benim hiç öyle bir beklentim yok. İhtiyacım da yok.

Oğuz: Eskiden insanlar alışkın değildi enstrümantal müziğe. Evet çok fazla vardı. Hâlâ da var. Artık dönemin de değişmesiyle, sanırım tüketimle de alakalı bir şey, daha normal karşılanmaya başlandı aslında enstrümantal işler. O yüzden insanlar alıştığı için ekstra bir tanıtım çabamız da yok açıkçası. Herhangi bir platformda, sosyal medyada ayrıca çaba sarf etmiyoruz. İyi bir şekilde çalışarak, kendimizi geliştirerek yaptığımız müziği ve iyi performansları sunuyoruz dinleyicilerimize. Oradan da çok güzel, organik bir kitle geliyor. 

Dağlar: Türkiye tarafı için çalabildiğimiz kadar çok sayıda konsere ve festivale katılıyoruz ama biraz dünyayı da hedefliyoruz açıkçası.

Soldan sağa: Oğuz Kont, Can Sürmen, Sarp Dağlar Şahin

📸: Mete Kaan Özdilek


Tam da sözü buraya getirmek istiyoruz. Endüstride nerede durduğunuzu, nereye gitmek istediğinizi tartışıyoruz ve turne takviminize baktığımızda da yılın geri kalanında uzun bir Avrupa rotası görüyoruz. Enstrümantal müzik yapmanız bunda ne kadar avantaj sağlıyor? Turneye ve yurt dışındaki dinleyici kitlenize dair neler söylemek istersiniz?

Oğuz: Uzun zamandır, 5-6 senedir, dinleyici kitlemiz yurt dışında. Türkiye’den olduğu kadar yurt dışından da dinleyicimiz var. Oradaki Türklerin de çok fazla önemi var tabii ki. Fakat asıl kitle yurt dışından olduğu için bununla ilgili mesajlar ve yorumlar oluyordu. Enstrümantal müzik yapmak tabii ki avantaj sağlıyor yurt dışında çalmak için ama dezavantajları da var bir yandan. Türkçe sözlü müzik yapmak bir festivalde, çok büyük bir sanatçı olunmadığı takdirde, zorlayıcı olabilir. Enstrümantal müzik yapmak da yurt dışında çok kolay değil bence. Fakat bir yerde bizim yaptığımız bir dikkat çekiyor. En önemli kısmı sabırlı olmak.

Dağlar: Genelde birçok grup iki senede bırakır. Bir süredir yaptığımız için ve daha sonra güçlendiğimiz için zamanı geldi gibi oldu bir yandan. Çok uzun seneler sabrettiğimiz için işler de gelişti zaten. 

Yurt içi ya da yurt dışı konserlerini ayarlamak konusunda, booking işlerinde doğrudan siz mi rol alıyorsunuz? Yönetimsel taraftaki işlerde zorlanıyor musunuz?

Oğuz: Booking için aslında Duygu Mühürdar ile çalışıyoruz. Booking ve management gibi aslında. Duygu çok başarılı alanında ve hırslı biri. O yüzden iyi bir birliktelik oldu bizimkisi. Yani bizim istediğimiz, hayal ettiğimiz ve Duygu’nun bizde gördüğü, başarmak istediği bakımından paralel hedefler vardı. Bir araya gelince, aynı dilden konuşmaya başlayınca, karşılıklı birikimlerimizi birleştirince ortaya hem festivaller hem de güzel bir Avrupa turnesi çıktı.

Can: Her zaman doğru kişiyi bulmak gerekiyor. Kendi başına bir yere kadar bu konularda.

Dağlar: Yıpratıcı da oluyor kendin yapmaya çalışınca.

Oğuz: Grup içinde ya da bir çember dışında teknik ekip olur, management olur booking olur; size güvenen, inanan, yaptığınız işle övünen insanlar olunca işin rengi değişiyor. Baskıyı ve beklentiyi çok başka bir yere getiriyor. Bir rahatlama geliyor. Benim en çok hissettiğim o mesela.

Up in the Air ve The Flabbies Dj Set

Ekim 2023’te yayınladığınız Up in the Air bir remix albümü. Bir The Flabbies ve August iş birliği. Şarkılarınızın remix’lerini yayınlama fikri nasıl çıktı ortaya? Bu albümü, grubun bundan sonra yapacaklarına dair bir işaret olarak mı görmeli miyiz?

Oğuz: Var mı diyeceğiniz? Bir şey söyleyeyim mi?

Dağlar: August sen değil misin? (gülüşmeler)

Oğuz: August aslında benim solo projem. Yıllardır yapmak istediğim ve yaparken de çok keyif aldığım bir proje. Gidişata dair herhangi bir işaret değil. Çok fazla üretim yapıyorum ve hepsi The Flabbies’e uygun olmuyor. Kendi adımla bir solo projem var ve oraya da uygun olmayabiliyor. August, anı defteri gibi bir şey benim için. Remix yapma fikri de şöyle çıktı aslında: Biz o janrı dinlemeyi de seviyoruz. Şu anki sahnemize dönüştüremediğimiz bir takım performanslar vardı. 2015 yılından gelen özellikle. Yaptığım şarkılara dönüp üstünde biraz daha oynamayı seviyorum. Sonra işte çocuklara böyle bir fikirle gidince onlar da heyecanlandılar. O bir DJ set ama biz onu live bir şekilde performe ediyoruz. Dağlar gitarları çalıyor, Can beat’leri çalıyor, ben ekstra altyapıları kontrol ediyorum. O şekilde sergiliyoruz. 

Can: Bizim ayrıca bir DJ setimiz var yani ayrıca belirtmek gerekebilir. 

Oğuz: Kompakt ve keyifli oluyor. Ayrıca çok keyif aldığımız bir şey. Mesela bu ay Bozcaada’da bir DJ setimiz var.

Albüm görsellerinin şarkılarla, albümün bütünlüğüyle bir bağlantısı var mı? Alive ve Up in the Air için soruyoruz bunu özellikle. Yarattığınız görsel dünyanın müziğinizle olan ilişkisini merak ediyoruz.

Oğuz: Her kapağın tabii bir anlamı var. Fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. Hobi olarak yaptığım bir alan. Dedem fotoğrafçı ve ondan kalan bir sürü analog makina var. Böyle bir koleksiyonum var. Ekstra bir alakam var fotoğrafla. Kız arkadaşım da aynı şekilde çok güzel fotoğraflar çekiyor. Özellikle Alive ve Up in the Air’da onun çektiği fotoğraflar var. Onun dışında Free Fall’u biz çektik. Waves aynı şekilde. Hepsi sevdiğimiz ve güzel anıları olan yerler. Aslında fotoğrafın hissiyatıyla şarkıların hissiyatının birleştiği noktada o uygun fotoğrafı seçiyoruz. Tabii bütün kapaklar için aynı şeyi söyleyemem. Birbiriyle alakasız, hızlı biçimde aksiyon aldığımız kapaklar da mevcut. Çok sevdiğimiz Görkem Topsakal’ın yapmış olduğu iki kapağımız var. Biri Jungle biri Sunlust. Palm Tree de aynı şekilde arkadaşımız Tuba’nın grafik bir eseri. Ondan rica ederek kullandık. 

Enstrümantal müzik yapan bir grubun enstrümanlarıyla ilişkisi

Enstrümanlarınızla olan ilişkinizi merak ediyoruz? Hem kayıtlarda hem sahnede vazgeçemediğiniz enstrümanlarınız var mı? Analog-dijital ayrımında tercihiniz nedir?

Dağlar: Gitarım zaten (Telecaster gitarını göstererek) burada. Ben hep bunu kullanıyorum. Böyle yavaş yavaş üstüne koya koya edindiğim bir gitardı zamanında. Yıllardır kopmuyorum, çok seviyorum. Onun dışında analog pedal kullanmayı çok seviyoruz. Oğuz da ben de değişik pedallar alıp denemeye bayılırız. O yüzden biraz Shoegaze diyorlar bize. Aslında sound’un gelişmesinde ilk nokta pedallardı bizim için.

Amerikan mı yoksa Meksika mı?

Dağlar: Meksika. 

Oğuz: Aslında bu gitarın çok garip bir hikayesi var. Bu, Türkiye’ye gelen ilk Road Worn serisi. Kurban, bir yarışma ya da festivalde sahne alıyor. Kaşe ödemek yerine enstrümanla ödeme yapılıyor. Bu da Kurban’ın gitaristi Özgür Kankaynar’a verilen gitar. Yıllar içinde döndü dolaştı ve bir şekilde bize geldi. Şu an da Dağlar’da. Meksika Tele ama modifiyeli iyi bir sound’u var. Başı, manyetikleri modifiyeli. Öyle özel imzalı bir gitar.

Senin kırmızı gitarının hikâyesi nedir Oğuz?

Oğuz: Benim kırmızı gitarım aslında çok standart seri bir üretim. Hatta Squier serisi. Amerikan değil. Cabronita diye geçen bir seri var. Bu benim kullandığımdan bir tane geldi. Elime aldım. Dokundum ve bunu alıyorum dedim. Dört senedir benim de çok sevdiğim bir gitar. Ama öyle anormal derecede bir bağım yok. Başına bir şey gelirse tabii üzülürüm ama benim için vazgeçilmez bir enstrüman değil.

Dağlar: Ama bir noktaya da gelmiş. Şuraya baktığında kaç tane gitar var (gülüşmeler). 

Oğuz: Rengi de güzel ama tabii çok büyük bir store’a gitmeme bakar.

Davulda böyle bir şey tanımlamak mümkün mü?

Can: Aslında tabii ki mümkün ama Türkiye’de biraz daha zor tabii. Benim şansım şu, bazı konserlere kendi davulumu taşıyabiliyorum. Diğer grubumdaki bütün konserlere taşıyorum. Aslında bizde biraz daha zil ve trampetinle iç içe oluyorsun. Onlar hep yanında oluyor. Çok özel oluyor senin için. Benim de çok eskiden aldığım bir trampetim var. Yıllardır kullandığım. Zillerim de keza öyle. İstanbul Agop zaten. Davulu da götürebildiğinde çok rahatlatıyor ve çok iyi hissettiriyor. Şimdi mesela yeni bir davul daha aldım ama ülkeye getiremiyorum. Onu ülkeye getirebilirsek çok rahatlatacak bizi. Ludwig çünkü. İyidir o da.

Oğuz: Hepimizi (gülüşmeler).

Can: Bağı kurmaya çalışıyoruz ama bazen bulunduğunuz coğrafya ona izin vermeyebiliyor. Çünkü o davulu hiçbir şey yapmasan bile bir oda bulup çalman gerekecek. O bile biraz zor bir iş burada. Ama biz yine şanslıyız. Elimden geldiğince davulla uzun süre vakit geçirebiliyorum. O büyük bir şans tabii. 

Ankara’ya ve Ankara konserine dair

The Flabbies, İstanbullu bir grup. Tavır olarak da böyle olduğunu hissediyoruz. Peki Ankara’yla olan ilişkiniz nasıl? Konserden beklentileriniz nelerdir?

Oğuz: Bizde bir Ankaralı olarak istersen sen cevap ver Can.

Can: Ben Kennedy Caddesi’nde doğdum büyüdüm. Ailem hâlâ orada. Sürekli gelip gidiyorum. Ankara’nın yeri ayrıdır. Ankara’yı severim, Ankara’yı överim ama Ankara’da yaşayamam. 3 gün çok yeterli oluyor bana ama Ankara’nın hissiyatı her zaman çok güzeldir. Ankara insanı çok iyidir. Ankara’nın sokağı güzeldir. Ankara eğlenceli ve benim için evdir. Benim beklentim hep yüksek oluyor.

Dağlar: İki konser verdik daha önce Ankara’da. Güzeldi. Çok yakın bir arkadaşımız var. Susuyor (gülüşmeler).

Can: Ben onlara döner yedireceğim (gülüşmeler).

Dağlar: Evet, yemek bölümü. 

Dağlar: Daha önce verdiğimiz konserler de çok keyifliydi. Güzel oluyor. Bu arada Antalya’da büyüdük Oğuz’la. O yüzden İstanbul da değil Antalya gibi deniz kenarı yerler benim için daha iyi. 

Oğuz: İstanbul’da doğduk. Aynı dönemde Antalya’ya taşındık. Sonra aynı dönemde İstanbul’a döndük. Ankara’ya hep bir iş ya da konser vesilesiyle gittim. Bir kere 4-5 gün kadar kaldım ve onda da yeni müzikal bir şey olduğu için gezmeye bir vakit ayıramadım ama Ankara’ya gidip çalmak çok güzel oluyor. Çok güzel hissettiriyor. Ankara’da yaşamak açısından hem sizin hem Can’ın perspektifinden bakamıyorum ama şansa hava hep çok güzeldi Ankara’ya gittiğimde. Şubat’ta gittiğimizde hava çok güzeldi güneşliydi. Kapalı, kasvetli değildi. Benim derdim aslında bu kapalı havalarla. Keyifli ve çok güzel ama Ankara’dan dönmesi de ayrı bir keyif. Ben deniz insanıyım biraz.




Comments


bottom of page